Bir zamanlar asık suratlı şişman bir kral yaşarmış. Dünyanın en büyük ülkelerinden birinin kralıymış, ama bütün gün yapacak bir iş bulamaz, canı sıkılır, asık suratla bütün gün atıştırır ve şişmanlarmış.
Bir gün sarayın penceresinde bir güvercin belirmiş. Gagasında da altın gibi parlayan bir tel sarı saç varmış. Güvercin krala “Bu dünya güzeli bir kızın saçı. Bu kız senin nişanlın olmalı kralım. O zaman canın hiç sıkılmayacak!” demiş.
Kral, kuşun getirdiği altın saça bakmış ve dünya güzeli sarışını bulamazsa hiç mutlu olamayacağını düşünmeye başlamış. Bütün adamlarına dünya güzelini bulmalarını emretmiş. Ama kral gibi adamları da tembelmiş. Kimse ciddi bir şekilde aramadığından dünya güzelini bulamıyorlarmış.
Ülkede kralın dünya güzeli sarışını aradığını duyan pek çok genç de kızı bulmak için yollara düşmüş. İşte bunlardan biri de yoksul bir köylü gençmiş.
Köylü genç yolda giderken derin bir çukur görmüş. Bu çukurun dibinde ne var diye merak edip aşağı inmiş. Karşısına karanlık bir yol çıkmış. Orada ilerlerken birden yüz yaşında bir nineyle karşılaşmış.
“Nereye böyle, genç adam?” diye sormuş yaşlı kadın.
“Dünya güzelini bulmaya.”
“Senin işin çok zor. Ama sen buraya kadar geldiğine göre cesur bir delikanlısın. Sana yardım edeceğim. Bu yolu izle. Karşına kocaman bir saray çıkacak. O sarayın yedinci katındaki yetmiş yedinci odada dünya güzeli prenses uyur. Ama saraya girmek kolay değildir. Kapıda üç başlı köpek bekler ve yaklaşan herkesi parçalar. Şu şişeyi al. Saraya gece gireceksin, ama girmeden önce bu şişedeki sıvıdan bütün vücuduna sür. Köpek seni görmeyecek. Yedinci katın yetmiş yedinci odasına gir. Uyuyan dünya güzeli prensesin saçından beş tel kopar. Bu telleri sol elinin parmaklarına dola. O zaman prenses uyanacak ve seni dünyanın öteki ucuna kadar izleyecektir.”
Köylü genç, ninenin dediklerini aynen yapmış. Gerçekten de saraya varmış, köpeklere görünmeden prensesin odasına girmiş. Beş tel saçını koparıp parmaklarına sarmış ve prensesi saraydan kaçırmış.
Çukurdan dışarı çıktıklarında daha güneş doğmamışmış. Zifiri karanlıkta prensesin saçları güneş gibi parlıyormuş. Köylü genç, prensesin güzelliğine vurulmuş. Ama yine de kralına götürmesinin görevi olduğunu düşünüyormuş.
Sabah saraya doğru yola çıkacaklarken prenses ağlamaya başlamış.
“Ne olur beni o şişman krala götürme. Bana gerçekten değer verseydi, kendisi beni aramaya gelirdi. Ben seninle kalmak istiyorum, beni sen kurtardın, ben de senin eşin olmak istiyorum.”
Genç de aslında bunu istiyormuş. Saraya gitmekten vazgeçmiş ve başka bir ülkede mutlu bir yaşam sürmeye başlamışlar. Şişman kral ise can sıkıntısından daha da şişmanlamış.