Deniz kıyısındaki balıkçı köylerinden birinde çok zeki bir fare yaşarmış. Burada, farelerin yiyebileceği her şey varmış. Üstelik fareler istedikleri yiyeceklere kolaylıkla da ulaşabiliyor ve onları midelerine indirebiliyorlarmış. Ancak içlerinden biri, balıkçı ile eşinin evdeki konuşmalarını duyduğu midyenin tadını çok merak ediyormuş. Bu nedenle evdeki kediye rağmen midyenin tadına bakmak istiyormuş.
Bizim fare, diğer farelerin uyarılarına pek kulak asmadan mutfaktaki midyeye ulaşabileceği anı beklermiş.
Günün birinde balıkçının karısı, evin kedisini de yanına alıp komşuya gezmeye gitmiş.
Uzun zamandır beklediği fırsatı yakaladığını düşünen meraklı fare de hemen midye sepetinin yanına koşmuş:
“Hey, kimse var mı orada?” diye midyenin kabuğuna vurmuş.
“Evet evet, burada ben varım” diye seslenmiş midye kabuğunun içinden.
“Kabuğunu aç da tanışalım, sohbet edelim.”
“Olmaz, ben tanımadığım kişilere güvenmem” demiş midye.
“Ama istersen, ben seni denize geri götürebilirim.”
Midye bu sözleri duyunca çok sevinmiş ve geldiği denizi hayal etmiş.
“Gerçekten bunu yapar mısın? Sana çok değerli hediyeler verebilirim.”
“Yaparım elbette. Yeter ki kabuğunu biraz arala. O zaman bir araba çeker gibi, seni deniz kıyısına kadar götürebilirim.”
Midye bunun üzerine yavaş yavaş kabuklarını aralamaya başlamış, ama daha kabukların tam açılmasını bile beklemeden fare bir hamlede atılıp midyeyi yutmak istemiş. Midye ise bir anda kabuğunu kapatıvermiş. Meraklı farenin burnu içeride kalmış.
Midye kendini kandırmak isteyen meraklı farenin burnunu akşama kadar bırakmamış. Ne zaman bırakmış biliyor musunuz? Ev sahibi kedisiyle birlikte eve döndüğü zaman.