Çok eski bir zamanda, bir köyde iki komşu varmış. Bunlardan biri çok da akıllı olmayan, iki sözcüğü bir araya getiremeyen birisiymiş. Ama şanlı birisiymiş ve köyün efendisi olmuş. Malı mülkü çok ve parası da bolmuş.
Komşusu ise çok akıllıymış ama akıllı olmasına rağmen onun da hiç parası yokmuş. Çok büyük yoksulluk içindeymiş. Çocuklarına bile verecek ekmek bulamazmış. Elinde sadece bir tavuğu varmış. Bu nedenle onu da gözbebeği gibi korurmuş.
Fakat birkaç gün süren bir açlığın ardından tavuğunu kesip çocuklarına yedirmek zorunda kalmış yoksul komşu. Tavuğu pişirmiş, çocuklarının önüne sofraya koymuş, ama ekmekleri yokmuş.
“Tavuğun bir parçasını beye götürürsem belki bana biraz un verir” diye düşünmüş ve kızarmış tavuğu tepsiye koyup beyin evine gitmiş. “Beyim” demiş, “kızarmış tavuk getirdim size. Lütfen kabul edin. Karşılığında da biraz un verirseniz çok memnun olurum” demiş.
Bey düşünmüş ve “İki oğlum, iki kızım var. Karımla ben de varım. Bu tavuğu bizlerin arasında eşit olarak pay edersen sana ödül olarak un veririm. Eğer iyi pay edemezsen yirmi beş değnek yersin” demiş.
Yoksul köylü eline bir bıçak almış ve tavuğun kafasını kesip evin beyinin tabağına koyarak, “Ailenin başı sensin, tavuğun başı da senin” demiş.
Tavuğun gerisini kesip evin hanımına uzatmış.
“Evi koruyan, geride durup her şeyi kuran, düzenleyen sensin.”
Tavuğun bacaklarım kesip oğlanlara uzatmış.
“Babanızın yolundan gidin.”
İki kanadı kızlara vermiş:
“Nasıl olsa bir süre sonra evlenip, kanatlanıp gideceksiniz.” Gövdesini de kendine almış:
“Biz köylüler ince işlerden anlamayız. Kazın kalın kısmı da benimle çocuklarımın olsun!”
İyi yürekli biriymiş bey. Köylünün tavuğu bu şekilde pay etmesi çok hoşuna gitmiş.
İnce zekâlı ve esprili köylüye iki çuval un vermiş.
Köylü hemen unları evine götürmüş, ekmek yapıp tavuğun yanında çocuklarıyla birlikte yemişler. Bütün aile bir güzel karnını doyurmuş.