Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı
Prof. Dr. Nedim Çakır
Geçtiğimiz yılın son aylarında, ilk duyulduğunda pek ilgi uyandırmayan, ancak zaman içinde giderek yaygınlaşan, tüm Dünya’da karamsarlığa, kaygı ve endişelere yol açan daha sonra da paniğe neden olan bir salgın haberi Dünya gündemine oturdu. Hızla yayılması, aynı etken virüsle oluşması ve tüm Dünya’da görülmesi nedeniyle yaşanılan olaya “Pandemi” diyoruz
Pangolin denen pullu bir memeli ile canlı yarasaların satılıp burada pişirilip tüketildiği yerel bir pazaryerindeki vahşi hayvanlardan kaynaklandığı iddia edilen bu salgın hastalık ilk görüldüğü yerde 55 hastada saptandı, kısa sürede de önce bu Wuhan kentinde, ilerleyen süreçte Çin’in diğer yerlerinde, sonra da Japonya ve Kore’de görüldü. Buradan da Avrupa’da bir mobilya fuarı ile bir yerel derbi sonrası İtalya’da, Orta Doğu’da da İran’da ortaya çıktı. Salgın birkaç gün içerisinde İtalya’dan tüm Avrupa’ya yaydı. İşte buradan da tüm Dünya, Türkiye’ye ve bir Alman turist kafilesi ve İngiltere’den gelen KKTC vatandaşları aracılığı ile de ülkemize bulaşmış oldu. Dünyada bu pandemi halen bütün yaygınlığı ile sürmekte ve gündemin baş konusu olmayı sürdürmektedir.
Kısaca önce etken virüse değinelim. Coronovirus’lar aslında daha çok memeli hayvanlarda hastalık yapan bir etken. Etrafındaki enfekte ettiği memeli hücrelere tutunmayı sağlayan dikensi çıkıntılar nedeniyle de taça benzediği için “Coronavirus” ismi verilmiş. Aslında bu virüse yabancı değiliz. Coronaviruslar ilk marifetlerini 2002 yılında yarasa veya misk kedilerinden insanlara bulaştığı kabul edilen ve bu süreçte mutasyon uğradığı genel olarak kabul görmüş bir hastalık etkenidir. Bu günkü salgına kıyasla çok küçük olan o dönemdeki salgın ”SARS” Salgını olarak adlandırılmıştır. Yaklaşık 8500 kişiyi enfekte eden salgın 850 kişinin yaşamını yitirmesine sebep olmuştur. Gizemli bir şekilde de salgın son bulmuştur.
Bundan yaklaşık 10 yıl sonra bu kez de Ortadoğu’da develerden kaynaklandığı iddia edilen bir salgın ortays çıktı. Bazı araştırmacılara göre yine yarasalardan, bazı kaynaklara göre ise develerden kaynaklandığı iddia edilen bir salgın baş gösterdi. Ortadoğu’da sorunun kaynağı olarak hastalıklara iyi geldiği zannıyla deve idrarının içildiği gerçeği olduğu iddia edildi. Çok daha az hastada saptanan bu salgında öldürücülük oranının çok yüksek olduğu (%25) gösterildi. Dünya Sağlık Örgütü bu salgının henüz tam olarak sönmediğini belirtmektedir. Bu salgında ürkütücü taraf bu Coronovirus’ların bu kadar yüksek öldürücülük oranını yakalamış olduğu gerçeğidir.
Bugünkü “COVID-19” salgını ise diğer iki “ağabey” salgına oranla çok daha kolay bulaştığı, bu nedenle de dev bir “Pandemi”ye yol açtığı, ancak diğer iki salgının birinden 10 diğerinden 25-30 kat daha az öldürücülük özelliğinde olduğu dikkat çekmektedir. Ancak salgının yayılma hızı o kadar yüksek ki, tüm Dünya kamuoyunun yüzyıllar önceki salgınlar nedeniyle adeta genlerine işlemiş olan korku ve panik duygularını yeniden yaşamasına neden oldu.
Bu satırların yazıldığı anda KKTC’mizde bu atak neredeyse sona ermek üzeredir. Dikkat edilirse salgın demiyorum, bu saldırı, bu atak diyorum. Bilimsel gerçekler, bizi “iyimserlikten” henüz alıkoyuyor. Yazımızın sonuna doğru buna da değineceğiz.
Hastalığın biraz klinik görüntüsüne göz atalım: Hastalık en uzun 14 günlük bir kuluçka döneminin ardından ateş, boğaz ağrısı, kuru öksürük, soluk yetmezliği, ciddi tat ve koku alma kaybı ve ishal yakınmalarıyla ortaya çıkıyor. Bunu takip eden birçok semptom eşlik edebiliyor. İlk günlerde hafif olan semptomlar giderek ciddileşebiliyor ve hastalarda birçok iç organ yetmezliklerine yol açabiliyor. İleri yaş, sigara kullanımı, diyabet ve diğer bağışıklık sorunları klinik tablonun ağırlaşmasına yol açabiliyor. Bütün bunlar ölüm oranının yüksek olmasına da neden oluyor.
Yapılan son çalışmalarda hastaların belki de büyük çoğunluğu enfeksiyonu hastalanamadan atlattıkları ortaya koyuluyor. Ancak bu pek de toplumların lehine bir faktör değil. Çünkü bu kişiler toplum içinde hastalığı sessizce yayabilmektedir.
Elimizde doğrudan bu hastalığa özgün bir tedavi yöntemi maalesef henüz yok. Kullanılan birçok ilaç başka hastalıklardan devşirme. Bu nedenle de etkinliği arzu edilen düzeyde değil. İyileşen önceki hastalardan alınan plazmalar bir miktar işe yarayabiliyor. Coronavirus’un bu mutantına karşı bir aşı elde edilmesi de zaman alacak gibi duruyor. Bu durumda en makul uygulama bulaşların önüne geçmek, böylece salgının hızını kesmek, hastanelerde gerektiğinde ağır hastaların yoğun bakım servislerinde yer bulma şansını arttırmak. Şimdilik Tüm Dünya’nın yaptığı da bu. Bulaşların önüne geçme (korunma) konusunda da yapılması gerekenler, diğer insanlarla güvenli mesafede kalarak ilişki kurmak, kesinlikle maske takmak ve kişisel temizlik kurallarına uymaktan ibaret.
Gelelim Ülkemizdeki duruma: KKTC’de hastalığın ortaya çıkışı bir Alman turist grubunun hastalık belirtileri göstermesiyle oldu. Bu hastalar kaldıkları otelde enterne edilerek kontrol altında tutulmaya çalışıldı. Bir taraftan da güney ile sınır kapıları kapatılarak oradaki salgının ülkemize bulaşmasına izin verilmedi. Doğal olarak vatandaşlık hakları gereği İngiltere’den gelen KKTC vatandaşlarının hastalığı getirmelerinin önüne geçilmedi. Ciddi takip edilen sokağa çıkma yasağı, halkın bilinçli davranışı, tüm ülkede nüfus yoğunluğunun yüksek olmaması ve Ercan havaalanının da uçuşlara kapatılması bu pandeminin ülkemizde kolay bir şekilde kontrol altına alınmasın sağlamış gibi görünmektedir.
Eğer salgın bu şekilde sonlanırsa bu pandemi atağı 108 toplam hasta ve ikisi Alman vatandaşı 4 ölüm ile atlatılmış olacak.
Peki her şey bitti mi, asla…
Ülkemizde 108 hasta ile, haydi sessiz geçirenleri de 1000 kişi olduğunu farz edelim, bu hastalığa yatkın daha yüzbinlerce insan bulunmaktadır. Bilmeliyiz ki önlemleri gevşettiğimiz ilk anda hastalığın sürdüğü yerlerden gelenlerle yeni salgın dalgaları görülebilecektir. Bu durum asla akıldan çıkarılmamalı ve önlemler makul düzeye indirgense de asla sonlandırılmamalıdır. Ta ki etkin bir aşı geliştirilip toplumlara uygulanıncaya veya etkin ve özgün bir ilaç tedavisi ortaya çıkarılıncaya dek. Bu da bir hayli zaman alacak gibi görülüyor.
En büyük sorun da bu korunma önlemlerinin, ekonomik ve sosyal açıdan sürdürülebilir olmamasıdır. Bu nedenle yerel sağlık otoriteleri, politikacılar, sağlık kuruluşları, ekonomistler ve diğer yetkililer el ele vererek salgın sürecini doğru yönetmek zorundalar. Yoksa geçmiş yüzyıllardaki salgınlarda gördüğümüz toplumsal yıkımlar kaçınılmaz olacaktır.
Umarız ve dileriz ki bir an önce etkin bir aşı ve yeni virüs öldürücü ilaçlar geliştirilebilir ve süratle toplumlara uygulanır.
Sağlıcakla kalın!