Sevgili Ailemiz Dergisi okurları, bu sayımızda sizler için Atatürk’ü farklı bir açıdan ele almak istedik. Bu amaçla çocukken Atatürk ile tanışıp sohbet eden, günümüzde Atatürk ile konuşup hayatta kalan tek kişi olan Türkiye’nin En Büyük Atatürk Fotoğrafları Koleksiyoneri olan Hanri Benazus ile görüştük ve onun gözünden Atatürk’ü dinlemek istedik.
“Atatürk’ün leblebilerini yürüten çocuk” olarak tanınıyorsunuz, Ata’yı son görenlerden birisiniz. Atatürk ile nasıl tanıştınız, nasıl O’nun leblebilerini yediniz?
Ben, Hanri Benazus o küçücük yaşımda belki de tüm yaşamıma yön verecek, bir olağanüstülüğü yaşama şansına erdim.
Benim için, bunun öyküsü, araştırmacı Gazeteci Profesör Şadan Gökovalı’nın kaleminden yansıyan satırlarında bugün gibi canlılar…
Cumhuriyetin 75. yılında, 29 Ekim 1998 de Sabah Gazetesinde de yayınlanan bu yazının bazı satırbaşları şöyle:
“Atatürk’ün “Nöbet”ini tutanlardan Cevdet Tolgay’ın 9 Ekim 1937 Cumartesi günlü tutanağına göz atıyorum:
Aziz Ata, o gün saat 11.- de, “Hususi Trende” uyanmış. 14.- de Nazilli’ye inmiş. Cumhuriyetin ümran eserlerinden Nazilli Basma Fabrikasının açılış törenini onurlandırmış.
Saat 16.30 da Ata’mızla birlikte, Bakanlar Kurulu Üyelerini ve öteki seçilmiş konukları taşıyan “Özel Tren”, Söke yönüne doğru hareket etmiş.
Kısa sürede “Kutsal Yolcu” ‘yu taşıyan “Özel Tren”in Nazilli’den kalktığı tüm istasyonlara tellendi. O zaman köy olan Ortaklar da karşılamaya durdu.
Karşılayıcılar arasında Muhtar, öğretmen, İstasyon Şefi İsmail Bey, İmam ve İncir Tarım Satış Kooperatifinin yazmanı İshak Benazus, devleti temsilen başı çekiyordu.
Bir yandan da, İshak / Fortüne çiftinin yaklaşık yedi yıl yedi ay önce, yani 27 Mart 1930 Perşembe günü doğmuş olan oğlu Hanri, babasının ceketinin eteğini çekiyordu.
– Baba, ben de göreceğim Atatürk’ümüzü…”
“Kurucu Cumhurbaşkanı trenden indi. Kendisini yürekten karşılayanları vakur bir gülümseyişle selamladı.
Tam bu tarihsel anda Küçük Hanri, babasının elinden kurtulup, Ata’nın eline yapıştı. Ata bir yandan Hanri’nin kıvırcık saçlarını okşarken, bir yandan da halkına şu altı en az iki kere çizilecek sözleri söyledi:
– Ellerinizi birbirlerine değil, yüzünüze tutun, başınıza vurun. Çünkü ufukta Cihan Savaşı var…”
Büyük Ata, Küçük Hanri’nin elini bırakmadı. Onu da aldı kompartımanına.
Çoğu kez olduğu gibi, rakısını ve leblebisini getirdiler.
Hanri, karşısına oturduğu Ata’sını hayran hayran seyredip dinlerken, bir yandan da tabaktaki leblebilerini yiyip bitirdi.
Atatürk ile aynı kompartmanda oturduğunuzdan bahsettiniz. Bize biraz da baş başa geçirdiğiniz kısımdan bahsedebilir misiniz? Nasıl bir ortam var dı? Aranızda herhangi bir konuşma geçti mi?
Baş başa kaldığımız süreçte aklıma kalanlar kısaca şöyle:
Kendisine getirilen içeceği kompartımanın camını açarak kadehini perondaki köylülerin şerefine kaldırarak içmesi ve benim masaya getirilen leblebileri yememin ardından garsonuna göz işareti ile getirttiği yeni leblebileri ceplerime ve gömlek içime doldurmamdı.
Ayrıca rakı ve leblebi faslı bitince bana gösterdiği içten sevgi ve ardından okulumuz hakkında bilgi edinmek istemesiydi.
Doğal olarak o günlerde bulunduğum okulun çok ilkel şartlarına rağmen benim bir başka okulun nasıl olabileceğini bilmemem sebebiyle kendisine methetmemdi.
Birçok konuşmanızda “’Ne mutlu Türk’üm diyene’ sözü benim için bir anttı” diyorsunuz, nedenini anlatır mısınız?
Ben gerek Türkiye içinde gerekse dışında Atatürk ile ilgili olarak sergiler açan, konferanslar veren, imza günleri olan bir kişiyim. Bunların sayıları binlerceyi bulmuştur.
Ancak Yurt içinde açtığım sergi ve imza günlerimde karşılaştığım kimliğimle ilgili, “Kimsin? Nesin? Türk’sen adın neden Ahmet, Mehmet vs. değil?” gibi ve benim Türklüğümü sorgulayan sorulara muhatap olabiliyorum.
Verdiğim cevap Atatürk ile olan görüşmem sırasında benim adımı, soyadımı sorduğunda verdiğim Hanri Benazus cevabından sonra bana; “Sen kimsin? Sen nesin? Adın neden Mehmet değil, neden Ahmet değil?” diye sorma gereğini duymayışıdır.”
Bu sormayışın altında yatan gerçek Türk’lüğün ne anlama geldiğini, “Ne mutlu Türküm Diyene” vecizenin kapsamını ne kadar büyük bir söz olduğunu kitaplar dolusu yazılar yazılsa anlatılamaz.
Temennim odur ki, bu sualleri bana sormayışı ve “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözü ile “Beni sıradan bir azınlık mensubu olmaktan, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığa ve en önemlisi TÜRKLÜĞE Yücelten” bu Büyük İnsana karşı küçücük de olsa bir vefa örneği, o muhteşem ziyafete bir tutam tuz da olsa katkıda bulunabilmiş olayım.
Atatürk’ü tanıdıktan sonra hayatınız nasıl şekillendi?
O günlerde yalnız benim değil tüm halkın idolü Atatürk idi. Evlerde, okullarda, sokaklarda hep Atatürk konuşulurdu. Bizler de bu duygular içinde büyüyen çocuklardık.
Doğaldır ki, şu anda “Atatürk’le beraber olup hayatta kalan son kişi olmam bana daha büyük sorumluluklar yüklemekte.
Atatürk’ün çocuklara bakışı nasıldı?
Atatürk’ün çocuk sevgisi değil yurdumuzda, dünya da bile tescil edilmiş bir konudur.
Unutmayalım ben “O”nun yanına gittiğimde sıradan bir köylü çocuğuydum.
Ama “O”nun için yarının Türkiye’si için değer verdiği bir çocuktum.
Atatürk öldüğünde ne hissetmiştiniz?
Atatürk’ün ölümünde neler hissettiğimi anlamanız için vereceğim cevap; “Siz olsaydınız ne hissederdiniz?” diye sormaktır. Buna o günlerin Atatürk’le dolu ortam içinde olan bir çocuk için sizin duymuş olabileceğinizden çok daha fazlasını duyduğumdan emin olabilirsiniz.
Atatürk fotoğraflarına olan ilginiz ilk olarak nasıl başladı? Koleksiyonunuzun ilk fotoğrafı sizde nasıl bir etki yarattı?
İlk fotoğrafı 17 yaşında iken yarım gün okul, yarım gün mahalle arasında sebze meyve satan bir öğrenci iken tüm haftalık getirimi gördüğüm ve çok beğendiğim bir fotoğrafa yatırmam ile başladı ve bir domino etkisi gibi bugünlere kadar sürdü.
Neden Atatürk fotoğrafları koleksiyonu yapıyorsunuz?
Ona “Türklük ve yediğim leblebilerinin bedelini ödemek adına yapabildiğim” ancak budur.
Koleksiyonunuzu bize biraz anlatır mısınız? Elinizde kaç fotoğraf var? En değerlisi sizce hangisi?
Şu anda 8.000 adetlik kesinleşmiş bir koleksiyonumun yanında 4.800 adet ne tarihi ve ne de çekildiği yeri belli olamayan ve devamlı üzerinde çalıştığım fotoğrafım daha vardır.
En nadide fotoğrafım herhalde şu ana kadar elime geçmeyen bir fotoğrafı olacaktır.
Amerika’dan bile fotoğraf satın aldığınız söyleniyor. Bize bunun hikayesini anlatır mısınız?
Yıl 1984 iş hayatım düzgün ve o günün imkanları ile bende olmayan fotoğraflar için her türlü nakdi bedeli ödeyebilme noktasındayım.
O günlerde Amerika’dan aldığım bir telefonda bir kişinin elindeki görülmemiş 2 Adet fotoğrafını satmak istediğini öğrendim.
Doğrusunu isterseniz beni dolandırmak isteyen biri olduğunu düşündüm. Öyle ya Atatürk’ün özel fotoğrafı Amerikalıda ne arıyordu? Herhalde birisi Türkiye’den götürmüştür diye düşündüm.
Ama yine de içime kurt düşmüştü. İş ilişkimin olduğu New York’taki arkadaşımdan durumu araştırmasını istedim.
Meğerse bu kişinin babası gazeteci imiş ve 1921 yılında Türkiye’ye gelip Mustafa Kemal Paşa ile röportaj yapmış ve bu sürede iki fotoğraf çekmiş. Doğaldır ki bu fotoğraflar çok özeldi.
Bunun üzerine istediği parayı yanıma alıp günü birlik Amerika’ya gidip parasını ödeyip o fotoğrafları ve cam negatiflerini alarak geri döndüm.
En zor bulduğunuz Atatürk fotoğrafı hangisiydi?
Aradığınız, bulduğunuz Atatürk fotoğrafı ise hiçbiri zor değildir.
Devletin bile bilmediği Atatürk fotoğraflarınız var mı?
Gerçi bilemem. Hatta zannetmem. Çünkü genelde Anadolu Ajansı, TRT, Çankaya Köşkü Atatürk Müzesi gibi kurumlarımızla çok fotoğrafı bugüne kadar hep paylaştım.
Devlet Arşivleri’ndeki Atatürk fotoğrafları koleksiyonuna nasıl katkılarınız oldu?
Tam aksine yukarıda belirttiğim gibi elimden geldiğince ben katkılarda bulunmaya çalışıyorum.
Ne kadar para harcadınız bugüne kadar? Kaç TL’ye satılıyor böyle özel fotoğraflar?
Ömrümde hiçbir Atatürk fotoğrafı satmadım, satmam, satamam.
Eğer bunu yapsaydım şu anda kirada değil sahip olabileceğim bir Boğaz Köşkünde oturur olurdum.
Bu koleksiyon benim değil tümüyle toplumun.
Benim olmayan bir şeyi nasıl olacak da paraya çevirmeye çalışacağım? Bugün zaten 91 yaşındayım parayı değil bu işin omurunu taşımak milyarlara değer.
Koleksiyonunuzdaki fotoğraflara bakınca Atatürk’ün hangi yönlerini keşfettiniz?
Emin olun her nedense “O” nun bir asker, bir komutan yönünü değil, “İNSAN” yönü benim için hep ön planda oldu.
Fotoğraflarınız yurt dışında nerelerde sergilendi?
Londra, Paris, Roterdam, Stokholm gibi…
Yurdumuz için bir onur konusu olduğu için belirtmek istiyorum ki, 14 Mart 2016 tarihinde Londra, Avam Kamarasında Sergiler açıp, İngiliz Milletvekillerine Atatürk’ü anlattım.
Ardından 18 Mart’ta Paris’e geçip Paris Tarih Akademisinde tarih profesörleri ile birebir Çanakkale’yi ve Atatürk’ü anlatan biri oldum.
Nasıl muhafaza ediyorsunuz, nerelere bağışladınız bu eserleri?
Özel bir teknik ve ne olur ne olmaz diye dijital ortama aktararak.
Açık artırmalarda Atatürk’ün görülmemiş fotoğrafları satılıyor, siz katılıyor musunuz bu müzayedelere?
Belki de tuhafınıza gidecek ama zaman zaman müzayedelerde “Hiç Görülmemiş Atatürk Fotoğrafı” diye yapılan sunumlarda o fotoğrafın değil hiç görülmemiş benim koleksiyonumda negatifi ile bulunan bir fotoğraf olduğunu görerek bu sunumun dikkatli bir araştırma konusu yapılmadan hazırlandığını hala görmekteyim.
Aynı zamanda önemli ve aranan bir yazarsınız. Bugüne kadar kaç kitabınız yayınlandı?
Şu ana kadar tam 100 kitabım yayınlandı. Ayrıca yayın safhasında olan 7 kitabım daha var.
Herkes beni tarih yazarı zanneder. Ancak ben felsefe yazarıyım.
İlk 40 kitabım insan ve felsefe üstüne. Son 20 yılda Atatürk’ü anlayamama ya da anlatamama sorunu var bana göre.
Atatürk için söylenen sözlerle gerçek Atatürk arasında çok büyük farklar olduğunu gördüm.
Kendi yorumumu katmadan belgelere dayalı olarak Atatürk ve dönemini yazıyorum.’
Bizlere vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Bizler açısından çok değerli ve tarihsel bir sohbet oldu.