Site icon AİLEMİZ

Vegan Beslenme Nedir? Ne Değildir?

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı

Dr. İlter Yenidede

Veganlık ya da Veganizm hayvan kökenli gıdaları ve diğer hayvansal ürünleri kullanmayı reddetme ve hayvanları da genel olarak herhangi bir amaç doğrultusunda kullanmamayı ve onlardan faydalanmamayı içerir.

 

Veganlığın beslenme ile ilgili kısmı olan bitkisel beslenme ise günümüzde popüler olarak uygulanan ve sağlık faydaları kanıtlarla ortaya konmuş bir beslenme biçimidir ve tüm yaş gruplarında, ailenin her ferdinde kolaylıkla uygulanabilir.

 

Beslenme günlük hayatın değişmez bir parçası ve aynı zamanda kültürümüzün de en önemli öğelerinden biridir.

 

Tarihimize baktığımızda geçmişte insanlar avcılık toplayıcılık, tarımsal yerleşik yaşam ve akabinde modern yaşam evrelerini geçirmektedir ancak yine de tarihten gelen kültürel kodlarla beslenme çok eski zamanlardan, göçebelik kültürüne dayanan alışkanlıklarla ifade edilmektedir.  Bu nedenle beslenmede yapılacak değişiklikler ya da değişiklik önerileri hem kişinin kendi hayatında hem de çevresindeki insanlarla olan ilişkilerinde belirgin değişikliklere yol açabilmektedir.

 

Geleneksel beslenme tarzının bir ifadesi olan ve hayvansal ürünleri de içeren beslenme tarzı geçmişten günümüze getirdiğimiz kültürümüzün bir sonucudur ancak son zamanlarda giderek artan bilimsel kanıtlarla da desteklenmiş olan bir şey var ki bu da bitkisel beslenmenin yani hayvansal ürünleri beslenmemizden çıkarmanın hem kendi sağlığımıza hem dünyanın sağlığına hem de hayvanların yaşam hakkına olan katkısıdır. Gelin bunların hepsini birer birer işleyelim.

 

Bitkisel beslenmeyle birlikte besinlerimizden kolesterolü tamamen, doymuş yağları da büyük oranda çıkartmak mümkün. Bir de işlenmiş gıdaları ve kızartma yiyecekler gibi yüksek ısıda ve bol yağda kızartılmış, bol miktarda rafine şeker içeren ürünleri hayatınızdan uzaklaştırırsanız sağlığınızda daha da belirgin iyileşmeler elde edebilirsiniz. Bu bilgiler, uzun yıllardır bilinmesine rağmen son zamanlarda sosyal medya ve burada takip edilen tanınmış kişilerin beslenme alışkanlıklarını değiştirmeleri sayesinde ve internetin sağladığı doğru bilgiye özgür ulaşabilme imkanı ile bitkisel beslenmenin bu kadar popüler hale geldiğini söyleyebiliriz.

 

Peki, hayvansal ürünlerden almamız gerekenler ne olacak dediğinizi duyar gibiyim. Evet, aslında en çok sorulan soru da bu.

 

Hayvansal ürünler genellikle yüksek protein oranları, kalsiyum ve demir gibi önemli elementleri içermeleri nedeniyle sağlık için vazgeçilmez olarak anılır. Ancak genellikle göz ardı edilen çok önemli bir nokta vardır ki bu besin öğelerinin yanında lif, vitamin, antioksidan, fitokimyasal gibi çok önemli ve eksikliğinde hastalıklara sebep olan bu bileşenler sadece bitkisel gıdalarda bulunur.

 

Gıdalar sadece bileşenlerden oluşmazlar, bir paket halinde yenirler, örneğin et yediğinizde protein, demir ve B12 vitamini almakla birlikte vücuda çok zararlı olan ve hiç almasak çok daha sağlıklı olacağımız;

 

 

 

 

 

Genellikle insanların en çok korkutulduğu konu (korkutanlara beslenme bilimi konusunda okur yazarlığı olmayan doktor, diyetisyen gibi sağlık profesyonelleri de dahil) protein eksikliğidir.

 

Protein farklı bitkilerde farklı oranlarda vardır.

 

Bakliyat, tahıl ve mantar gibi gıdalarda daha çok varken sebze ve meyvelerde daha azdır.

 

Hesaplamalar yapılırken kişilerin protein ihtiyacı adeta bir olimpik sporcu ihtiyacı gibi hesaplandığından sanki et yemezse yada süt içmezse kasları eriyip hasta olacakmış endişesi kişiye aktarılır.

 

Oysa, kara üzerinde dünyanın en uzun yaşayan canlısı olan kaplumbağa, en fazla kasa sahip olan fil ve bize en çok benzeyen goriller tamamen bitkisel beslenmektedirler.

 

Kas gücünü ve maksimum kas miktarını belirleyen şey öncelikle genetik altyapı ve bunun üzerine kişinin yaptığı egzersizdir.

 

Fazla protein almak (ki bu hayvansal gıda tüketenlerin çoğunda görülür) iyi olmadığı gibi böbrek ve karaciğer için de fazladan iş yükü ve artmış hastalık ihtimali demektir. Ayrıca insan vücudu yokluğa kıtlığa o kadar iyi adapte olmuştur ki, yıkılan kas dokusundan çıkan yapı taşlarını tekrar tekrar kullanabilmektedir. Ayrıca “fazla” kaslı olmanın kişinin kendi görüntüsündeki değişiklik dışında bilinen bir sağlık faydası yoktur.

 

Sağlıklı bir beden için gereken hareket miktarını sağlayacak kas dokusun varlığı yeterlidir.

 

Protein konusunda başka bir yanılgı da proteinlerin yapı taşları olan amino asitlerin vücutta üretilemeyen bazı türlerinin (esansiyel amino asitler) sadece hayvansal gıdalarla alınabileceğidir. Bu bilgi de doğru değildir.

 

Hayvanlar da aynı şekilde bu amino asitleri üretememekte ve yedikleri bitkilerden sindirerek elde etmektedirler.

 

Her bitkide neredeyse  tüm esansiyel  amino asitler oranları değişken oranlarda bulunur, bazı bitkilerde bazıları hiç bulunmasa da gün içinde ve farklı günlerde farklı ve yeterli şekilde beslendikçe hiçbir zaman bir eksiklik oluşmaz. Bunu da günümüzde giderek sayıları artan başarılı vegan sporculardan görerek anlayabiliriz.

 

En çok protein ihtiyacı olan böyle kişilerde bile bırakın eksikliği, bitkilerin içerdiği diğer koruyucu ve geliştirici bileşenleri sayesinde daha az sakatlandıklarını, sakatlanırlarsa daha çabuk iyileştiklerini, hayvansal ürünlerle beslendikleri zamanlara göre performans artışları olduğunu kendilerinden dinleyebilirsiniz. Merak edenler için “Game Changers” belgeselini öneririm.

 

Gelelim bir başka mit olan süt konusuna, sütün kalsiyum almak ve kemikleri sağlam tutmak için tek ve en gerekli kaynak olduğu söylenir ama kimse insan dışında doğada  hiçbir canlının bebeklik dönemi dışında süt içmediği halde niye kemik kırığı yaşamadığını açıklayamaz veya ineklerin sadece bitki yediği halde kalsiyumu nereden aldığı düşünülmez.

 

Kalsiyum dünya yüzeyinde en sık bulunan elementlerden biridir ve tüm bitkilerde değişen oranlarda bulunur.

 

Yeterli ve çeşitli bitkisel beslenen (anne sütü emme dönemi geçmiş ve yediklerini yeteri kadar sindirebilecek her insanda) kişilerde kalsiyum eksikliği yada buna bağlı hastalıklar görülmez. Tabii ki emilim problemi olan ve çeşitlilik ve ulaşım zorluğu çeken kişiler bunun dışında tutulabilir.

 

Süt ile ilgili bir başka sorun da sütün her canlının kendi yavrusunun büyümesi için oluşturduğu bir formül olmasıdır.

 

Yaşamının ilk aylarında doğadaki gıdaları parçalayacak dişleri ve sindirecek sistemi gelişmediği için bu büyüme formülü annesi tarafından, o canlının yavrusuna özel, bebeğinin ve dolayısı ile annesinin çevresinden gelebilecek mikroplara karşı korunma sağlayan koruyucu bileşenlerle zenginleştirerek yavrusuna vermek üzere üretilmektedir. Tam da bu nedenle kendi türünü büyütecek şekilde protein, yağ, şeker, su, bağışıklık hücreleri ve salgıları ve bunların büyümeyi garantilemesi için büyüme faktörleri içermektedir.

 

İnsan için formüle edilmemiş bu sıvıyı içen insanlarda ise içerdiği şeker nedeniyle laktoz intoleransı (bu aslında doğal bir durumdur ve sadece erişkinlikte süt içmeye devam edenleri etkiler), içerdiği proteinler içinde oldukça alerjik olan kazein nedeniyle astım, cilt döküntüleri, ishal başta olmak üzere çok sayıda hastalık, içerdiği hormonlar ve büyüme faktörleri nedeniyle başta kadınlarda meme kanseri olmak üzere erkek kadın ayırmaksızın kanser sıklığında artış, içerdiği kolesterol nedeniyle damar duvarlarında birikerek kalp krizi ve inme gibi ölümcül hastalıklar, içerdiği bol miktarda doymuş yağ nedeniyle şeker hastalığı ve karaciğer yağlanması başta olmak üzere onlarca hastalığı adeta davet etmektedir.

 

Kalsiyum almak için süt bir kaynaktır ama kalsiyum almanın belki de hem insan hem de doğa için en kötü yolu dersem abartmış olmam.

 

Et yemezsen kansız kalırsın! Bu da yine en çok duyduğumuz şehir efsanelerinden biridir.

 

Kanımızın rengini veren şey, kırmızı kan hücrelerinin (hücrelere kırmızı rengi veren de demir) içindeki hemoglobin denilen protein bir yapının ortasında bulunan demir elementidir.

 

Demir, vücutta yeteri kadar bulunmaz ise yeterli hemoglobin yapılamaz ve yeterli oksijen bu hemoglobin yapısına bağlanıp vücuda dağıtılamaz.

 

Sonuçta kişi yorgun, isteksiz, iştahsız, depresif, hayattan keyif alamayan bir insan haline gelir. Peki, etin asıl sahibi olan inek, koyun keçi yada tavuk gibi canlılar bu elementi nereden almaktadır. Evet doğru bildiğiniz kaynağından yani bitkilerden.

 

Bitkilerde yeterli miktarda demir bulunmaktadır, yine yeterli ve çeşitli beslenen insanlarda emilim problemi yok ise demir eksikliği gelişmez. Hatta günümüzde hayvansal gıdalarla vücuda giren hem formundaki demirin birçok hastalığa yol açtığı ve bazı kanserlerin oluşumunda rol aldığı yönünde bilgiler birikmektedir.

 

Burada hayvansal ürünlerde olup da günümüz dünyasında bitkilerle beslenerek yeteri kadar alınamayacak tek vitamin olan B12 vitaminini anmak gerek.

 

B12 vitamini aslında toprakta bulunan siyanobakteri ailesine üye olan bazı bakterilerin yan ürün olarak ürettiği ve bulunduğu ortama salgıladığı bir maddedir ve bu madde toprakta yetişen her şeye bulaşır.

 

B12 vitaminini tüm canlılar (kapalı ortamda sadece önüne verilen besinlerle karnı doyan canlılarda da B12 eksikliği olur) toprağa ve doğadaki meyve, sebze, tahıl, bakliyat, mantar gibi besinlere bulaşmış olan bu vitamini doğal ortamlarında beslenirken doğal olarak alırlar.

 

Kişi eğer aynı şekilde doğadan gelen organik ilaçlanmamış (tarım ilacı dediğime bakmayın, her biri doğayı mahveden zehirlerdir ve bu zehirler topraktaki tüm mikro yaşamı bozduğu gibi B12 vitamini üreten bakterilerin miktarını çok azaltır, dolayısı ile ilaçlanmış tarım ürünlerinde B12 vitamini çok az yada yok gibidir) besinlerle beslenirse büyük ihtimalle B12 vitamini ihtiyacı duymayacaktır. Ancak sizlerin de kabul edeceği gibi böyle beslenen insan sayısı artık yok denecek kadar azdır.

 

İşte bu sebeplerden bitkisel beslenen kişilerin önlem olarak (günlük ihtiyaç 2,5 mikrogram) haftada bir kez B12 vitamini desteği almaları önerilir.

 

Sadece B12 vitamini almak için tüm bu düzeni sürdürmenin hiçbir anlamı yoktur. Tamam ama bu doğal değil diyenler varsa belirtmek isterim ki hazır yemle beslenen et amaçlı büyütülen hayvanların besinlerine de B12 vitamini eklenmektedir.

 

İnsan evrimsel süreçte kat ettiği yolun çoğunda açlıkla mücadele halindeydi ve vücudumuz enerjiyi koruma konusunda oldukça donanımlı olduğu halde fazla enerji ile ne yapacağını pek bilemiyor.

 

İnsan, on binlerce yıllar tarihinde, çoğunlukla kıtlıkla, yılın belli zamanlarında ise bollukla karşılaşmış.

 

Haliyle tüm bu süreçte sokağında market, manav, kasap olmayan evinde buzdolabı bile olmayan insan metabolizması bol kalorili öğünler, fazladan yağ, şeker, protein karşısında çaresiz kalıp bir yerlerine depolamaya çalışıyor ve günümüzün birçok kronik hastalıkları buradan kaynaklanıyor.

 

Neler mi?

 

Gelin Dünya Sağlık örgütünün en çok ölünen hastalıklar listesine bakalım. Bu listedeki ilk 10 hastalığın 8 i doğru beslenme ile ertelenebilir yada hiç ortaya çıkmayabilir;

 

  1. İskemik kalp hastalıkları (kalp krizi)

 

  1. İnme (felç sebebi)

 

  1. Kronik tıkayıcı solunum yolu hastalıkları

 

  1. Alt solunum yolu enfeksiyonu

 

  1. Yenidoğan hastalıkları

 

  1. Solunum yolu ve akciğer kanseri

 

  1. Alzheimer ve diğer demans nedenleri

 

  1. Diyare (ishal)

 

  1. Diabetes mellitus (Şeker hastalığı)

 

  1. Böbrek hastalıkları

 

Olayın sadece sağlık ile ilgili kısımlarını özetlediğim bu yazıda tabii ki tüm detayları bulamayabilirsiniz.

 

Beslenme oldukça geniş bir konu.

 

Aslında beslenme tüm gezegeni ve üzerinde yaşayan tüm canlıları ilgilendiren bir konu. Çünkü et ve süt üretimi için dünyamıza neler yapıldığını bilmek, üzerinde yaşayabileceğimiz tek gezegeni koruyabilmek için ses çıkarmak hepimizin görevi. Bunu bir dünya vatandaşı, bir baba ve bir hekim olarak söylüyorum.

 

Çocuğunuza ve sevdiklerinize bırakacağınız hiçbir varlık, hiçbir eğitim ve değer eğer üzerinde nefes alıp yürüyebileceği bir doğa olmazsa anlam kazanmaz.

 

Bir sonraki yazıda bu konuyu sizinle paylaşacağım.

 

Sevgilerimle.

 

Exit mobile version