Klinik Psikolog
Müge Şule İlbuldu
Evlilik, masalların mutlu sonuyken günümüzde sorgulanmaya şüphe duyulan bir kurum olmaya başladı… Peki neden? Ne oldu da aşkın en güzel ifade biçimiyken korkutucu bir şekle büründü?
Çoğumuzun şöyle bir inancı var: “Evlilikle sevgililik aynı şey değildir.” Aynı şey olmadığını düşündüğümüz için evlilikler yürümüyor zaten. Bu düşünce yapısını insanların kafasından bir türlü silemiyorsunuz.
Evlilik içerisinde çoğu şey öyle olması gerektiği için yaşanır. Bize öğretilen şablonların içindeki roller paylaşılır… Bu roller, çoğu zaman bireyler için hiç uygun olmayan şeyler olabilir. Hiç inanmadıkları gibi davranmaya başlayabilirler. İşin daha tuhafı, bu değişim herhangi bir baskı sonucu gerçekleşmez. Bir bakmışsınız herkes gibi biri olmuşsunuz. Çünkü evlilik adı altında yaşanan her şeyin içerisinde bir beklenti var. Gereklilikler devreye girdiği zaman ise aşk sessizce kanatlanıp gidiyor…
Geleneksel evliliklerde çiftlerin sosyal olarak belirlenmiş rollere uyması beklenir. Bu, eşlerin karşılıklı beklenti içinde birbirleri için bir şeyler yapması ve ilişkiyi iş ilişkisi boyutuna dönüştürme anlamına gelir… “Sen çöpü çıkarırsan ben de bulaşıkları yıkarım”. İlişkiyi yönetmenin adil yolu gibi duruyor. Oysa bu yaklaşım ilişkinin çıkarlar tarafından motive edildiği anlamına gelir ve ilişki üzerinde toksik etkileri vardır:
- İhtiyaçlar talepler haline gelir.
- İhtiyaçların karşılanmaması adaletsizliktir.
- İhtiyaç listesinin sonu yoktur.
Amerika’da yapılan bir araştırmada birlikte yaşayan çiftlerin resmi evlilik bağına sahip olmadıkları için daha az ailevi yükümlülükleri olduğu ve daha fazla özgür oldukları vurgulanırken evlilikte sadakatin ve cinsel doyumun birlikte yaşamadan daha fazla olabileceği belirtilmiştir.
Birlikte yaşamayı tercih eden çiftler ,birlikte yaşamanın onları daha az sorumluluk ve daha az sadakatle özgürleştirdiğini ve ekonomik koşullarını organize etme, ev içi işbölümünü toplumsal cinsiyete dayandırmadan belirlemede ve kendi kimliklerini korumada özgür olduklarını belirtmişler.
Ayrıca ilişkilerinin “iki kişiyi birbirine yapıştırmadığı ve kişisel gelişimini kısıtlamadığı” için birlikte yaşamanın evlilikten daha üstün olduğunu hissetmektedirler. Bu bağlamda çiftler arası ilişkilerde birlikte yaşamanın evliliğe göre daha esnek olduğu ve çiftleri daha özgürleştirdiği düşünülebilir.
Tüm bu verilere rağmen yapılan araştırmalar; evli bireylerin birlikte yaşayanlara kıyasla daha yüksek ortalama ilişki kalitesi seviyesini işaret etmektedir.
Evlilerin yaklaşık %70’ine kıyasla, birlikte yaşayanların yalnızca %50’si ilişkilerinden çok memnun olduklarını bildirmektedirler.
En yüksek ilişki mutluluğu düzeyi evlilerde ve en düşük ilişki mutluluğu düzeyi ise evlilik planı olmayan birlikte yaşayanlarda tespit edilmiş.
Ayrıca evliliğe kıyasla, bekar olmak hem erkeklerde hem de kadınlarda depresif belirtiler için risk faktörü teşkil etmektedir. Bunların dışında yakın sosyal ilişkilere sahip olmak ve özellikle evli olmak, daha düşük hastalık ve mortalite dahil olmak üzere sağlıklı olma hali ile ilişkilendirilmiştir.
Yüksek ilişki kalitesi, daha düşük stres, daha az depresyon anlamına gelmektedir. Aslında evli olmaktan çok mutlu bir ilişkinin varlığı ruh ve beden sağlığını önemli ölçüde desteklemektedir.
Romantik ilişkideki bağlılığın en temel belirleyicisi bir gelecek düşüncesinin olmasıdır. İlginçtir ki mutlu ilişkilerde borcu paylaşmak, kira sözleşmesi imzalamak, mobilya satın almak, bir ortaklık, birlikte bir evcil hayvana sahip olmak gibi maddi kısıtlamalar arttıkça ilişki istikrarı ve o ilişkiye adanmışlık artmaktadır…
Tam tersine bağlılık ve ilişki memnuniyeti düşükse, bu tür bağlayıcı faktörler ilişkide sıkışıp kalma hissine neden olmaktadır.
Evliliğin bunca olumlu getirisine rağmen evliliğin aşkı öldürdüğüne dair genel bir kanı var. Çünkü evli veya sevgili olmanın farklı olduğu yönünde düşünüyoruz.
Evli olunca sevgili olmanın, flört etmenin, baş başa özel zamanlar geçirmenin gereği kalmıyor sanki. Monotonluk ve özensizlik de böyle başlıyor maalesef. Yavaş akıntılarla ölüyor aşk… Görevler, sorumluluklar, zorunluluklar alıyor yerini… Eş olmak yerine ana baba kimliğine sahip çıkılıyor… Hatta neden evlenildiği bile unutuluyor… Ve sonrasında da suçlanan evlilik kurumu oluyor…
Peki neden evlilik sonsuz sevgililik olmasın? Dayatılan basmakalıp rollerden, heyecanı emen rutinlerden arındırılmış… Nasılsa tapusu bende mantığından sıyrılmış… Kendi kurallarını kendi koymuş… İşbirliğine dayalı bir ilişki, değer veren ve değer gören, sorumluluğu kabul eden, sorunlara çözüm odaklı yaklaşan, rakip değil aynı takımın oyuncusu olduğunu bilen eşler…
Baş başa kalmak, sevgiyi canlı tutmak, sürprizler bizi mutlu edecekse, neden kendi mutluluğumuzu yaratmayalım? Bu özel zamanları yaratmak için her fırsatı değerlendirmek birlikte keyif alabileceğimiz anları çoğaltmak ilişkideki rutini öldürür heyecanı arttırır.
Öncelikle kafamızdaki sınırları kaldırmalıyız… Seçim yapmamıza gerek yok.. Hem sevgili hem evli olmak mümkün… Yeter ki kalıpların dışına çıkılabileceğine inananın…
Sihirli perileri beklemek, hayatımızı akışına bırakmak yerine değişimi başlatmak elimizde…