Çocuklarda Yas Tutma

Psikanalist ve Psikiyatrist

Prof. Dr. Vamık Volkan

Yas tutma sürecini sizlere anlatabilmem için ilk olarak sizlere erişkinlerin nasıl yas tuttuğunu anlatmam gerekmektedir. Bu nedenle ilk olarak oradan başlayacağım ama öncellikle sizlere benim neden bu konularla ilgilendiğimden bahsetmek istiyorum.

 

1956 yılında Ankara Üniversitesinden mezun olduktan sonra Ankara Üniversitesi Hastanesi’nde asistan olarak çalışmaya başladım. Fakat İngiliz tabiyetinde bir Kıbrıslı Türk olduğum için maaş almıyordum. Babamın hala bana para gönderdiğini fark ettiğimde para kazanabilmek için Amerika’ya gitmek zorunda kaldım ve ardından Amerika’ya yerleştim. Amerika’da psikiyatri eğitimini tamamladıktan sonra ilk yaptığım inceleme Yas üzerine idi. Bunun nedeninin ne olduğunu daha sonra anladım. Ben Amerika’ya gittikten birkaç ay sonra babamdan bir mektup geldi. Mektupta, ben Ankara’da iken kendimi abisi gibi gördüğüm ve aynı apartman dairesini paylaştığımız Kıbrıslı Türk Erol Mulla isimli tıp fakültesi öğrencisinin ben Amerika’ya gittikten sonra annesinin rahatsızlığı nedeniyle Kıbrıs’a geri döndüğünü ve bir eczaneden çıkarken EOKA’lı Rum bir terörist tarafından vurulduğunu öğrendim. Düşününüz, ben Amerika’da kimseyi tanımıyordum ve bu konuyu kimse ile konuşamadım. Yasımı, kimse ile paylaşamadım ve sonuçta yasımı tutamadım. Bu nedenle de yas üzerine uzun sürelerle çalıştım. Bu  konuda kitaplar ve yazılar yazdım. İlk yazdığım kitap bence hala benim buluşlarımı ayrıntılı olarak anlatan kitaptır: Volkan, V.D. (1981). Linking Objects and Linking Phenomena:  A Study of the Forms, Symptoms, Metapsychology and Therapy of Complicated Mourning.

 

Hayat, kayıplarla ve kazançlarla doludur. Sürekli olarak bir şeyler kazanıyor ve kaybediyoruz. Hayat bu şekilde devam ediyor. Eğer erişkin olarak önemli birisini kaybedersek yasımızı zorunlu olarak tutuyoruz. Biz istemesek de yasımızı tutuyoruz.

 

Tipik olarak bir erişkinin yas tutmasını ikiye ayırabiliriz. Birincisi bir Kriz dönemidir. Bu, birkaç hafta veya ay sürebilir. Hatta problem varsa daha da uzun sürebilir.

 

Kriz dönemi, inkar ile başlar. “İnkar” mekanizmasını kullanan kişi yas tutmazmış gibi görünür.  İnkarı en kolay rüyalarda anlarız. Mesela bir kişinin hanımı ölsün. Hanımının öldüğünü tabii ki biliyor ama rüyasında hamının tabutun içerisinde terlerken görüyor. Dolayısı ile hem ölmüş hem de ölmemiş oluyor ve inkar ortaya çıkmış oluyor.

 

Bir başka örneği ise size kendi anılarımdan vereyim. Yaklaşık on – on bir yıl önce Amerika’da bir komşuyu ziyaret etmiştik. Bu komşu bir doktordu. Benim yas üzerinde çalıştığımı biliyordu. Benimle alay eder gibi konuşmaya başladı. Kendisi hiç yas tutmamış, zayıf kişiliği olanlar yas tutarmış, ağlarmış, vb. Aslında genç yaşta iken abisi bir kaza sonucu ölmüş ve daha sonra da annesini kaybetmiş. Fakat böyle olaylar dünyada her gün olan şeylermiş, hayat devam edermiş gibi şeylerden bahsediyordu. Bu arada biz bahçesinde içeceklerimizi içiyorduk. Benim boşalan bardağımı doldurmak için bardağımı alıp evinin içine girerken küçük bir böceğin üstüne basıp böceği öldürdü. Aşağı bakıp “Böcek gitti” dedi ve ansızın hüngür hüngür ağlamaya başladı. Kullandığı “inkar” mekanizması“ benimle konuşurken kontrolünden çıktığı için.

 

Kaybı değiştirmek için de fanteziler gelişmeye başlar. Mesela soğuk bir günde dışarıya çıkıp yürüyüş yapan bir kişi zatüre sonucu vefat ediyor. Onun kardeşi fanteziler geliştiriyor ve rüyalarında ölen kişinin dışarı çıktığında havanın güneşli olduğunu görüyor. Böylelikle sanki hava güneşli olursa ölen kişi soğuktan ölmeyecekmiş gibi olur. Biz bunu Bölme olarak adlandırıyoruz. Böylelikle Ego hem gerçeği bilmiş hem de tam aksinin de ortada olduğunu hisseder. Bu şekilde bir Pazarlık Dönemi başlar. Bunun ardından Öfke ortaya çıkar.

 

Ölen kişinin ölümü nedeniyle yas tutan kişide zorluk çıkardığını aklımızda tutarsak yas tutan kişinin ölen kişiye karşı öfkesinin olduğunu anlarsınız. Ancak ölen kişiye öfkeli olmak ayıp kabul edildiğinden kimse bunu kabul etmez. Dolayısı ile doktora karşı veya havaya karşı öfke dile getirilmeye başlanır. Bu ise kaybın kabulü anlamına geldiğinden yas tutma süreci başlamış olur.

 

Herkesin yas tutması aslında parmak izi gibi kişiye özeldir. Örneğin birisinin kanser olduğunu biliyorsunuz. Burada yasınızı yavaş yavaş tutabilirsiniz. Ancak bir de, aniden olan, bir trafik kazası ile çocuğunuzu kaybettiğinizi düşünün, bu tamamen farklı bir durumdur. Dolayısı ile olaylar ve kişisel özellikler nedeniyle farklı yas süreçleri görülür.

 

Yas tutma süreci ile ilgili olarak ilk önemli yazı yazan kişi 1917 yılında Sigmund Freud’dur. Freud’un “Yas ve Melankoli” makalesi çok önemlidir ve burada ölen kişinin imajından bahsedilir. İmajı, şu şekilde düşünebilirsiniz. Gözünüzü kapatın, yanınızda olmayan sevdiğiniz veya nefret ettiğiniz bir kişiyi düşünün ve onunla bir konuşma yapmaya çalışın. O kişi aslında başka bir yerde ama zihninizde onun imajı var. Yani birisi gömüldüğünde fiziksel olarak yanınızda olmuyor ama onun yine de imajı hala aklınızda kalıyor.

 

Freud ‘un belirtmiş olduğu yas, o imajla derinden yeniden iletişime girme, konuşma, uğraşma hali olarak tanımlanmıştır. Ancak bu durum kaybın kendisine ve sizin yapınıza göre şekilleniyor. Ancak bu durum ilk yıl içerisinde sürekli devam eder.  Bir arkadaşım merhum Finlandiyalı Psikoanalist Veikko Tähkä imajın birinci yılın ardından yavaş yavaş Geleceksiz (Futureless) olduğunu belirtir. Yani artık ölen eşinizle bir şeyler yapmak istemez ve hayal kurmazsınız. Yavaş yavaş imaj etkisini azaltır ve yas tutma süreci yavaşlar. Ancak, ölünceye kadar da kayıplarımızın imajları aklımızda kalmaktadır ve özellikle yıldönümlerinde yeniden canlanabilirler. Ancak bunlar zamanla azalmaktadır.

Freud’un yazdıklarından yasın zor olsa bile kazanç sağladığını anlıyoruz. Yas tutmakla bir şeyler kazanmaktasınız. Örneğin özdeşim. Burada içimizi zenginleştiren özdeşimden bahsediyorum çünkü fena özdeşim de olabilir. Küçükken anne – babanızla özdeşim kurarsınız. Ölen ile de aynı durum söz konusudur.

 

Ölen kişinin iyi yanlarını alırsanız onunla iyi özdeşim kurmuş olursunuz. Bir hastam vardı. Genç ve çok serseri bir adamdı. Babası zengin bir iş adamı idi. Babası aniden ölünce mecburen işlerinin başına geçmiş. Bir yıl sonra babasının işinde, babasının koltuğunda otururken, babası ile aynı şekilde saçlarını düzeltme davranışı yaptığını ve babası gibi konuştuğunu fark etmiş. Yani aslında babasının olumlu olan yanlarını ile özdeşim yaptığını fark etmiş.

 

Bir başka hastam ise babası öldükten sonra haftada bir gün babasının mezarına gidip mezarının üzerine yatardı. Böylelikle iç dünyasını geliştirmeyen patolojik bir özdeşim kurmaya çalışırken babası ile bir olmaya çalışırdı. Özdeşimi fiziksel olarak onunla yatarak kurmaya çalışıyordu.

 

Freud’un bahsettiği bir diğer önemli özellik ise kaybettiğiniz kişiye karşı hem sevgi hem de nefret duyguları yani ambivalans duygular besliyorsanız bu durum imajla olan kavganızın içine de girdiğidir. Yani içinizdeki kavgadan dolayı depresyon yani melankoli hali ortaya çıkıyor. Bir başka hastam babası öldükten sonra depresyona girmişti çünkü babasını hem çok severdi hem de çocukluk yaşantılarından dolayı ondan çok korkardı ve babasına karşı direk olarak ifade edemediği öfkesi vardı.

 

Yıllarca yas tutan bireylerle çalıştığımdan dolayı bazı kişilerin ömür boyu yas tuttuklarını gördüm. Onlara Bitmeyen Yas Tutanlar (Perennial Mourners) adını verdik. Buna çok tipik bir örnek olarak bir hastamı verebilirim.

 

Hastamın en temel şikayeti kardeşi idi. Hastam, Charlottesville’deki şehir merkezinde çalışıyordu ve şehir dışında oturuyordu. Her gün işe giderken kardeşinin kendisini “deliye” çevirmesinden şikayet ediyordu. Kardeşinin her sabah şehire gelirken ofisinde herkese gülümse, sekreterine “Merhaba” de, kravatını tak gibi şeyler söylediğinden bahsediyordu. İlk olarak kardeşi ile aynı mahallede oturduklarını ve aynı araba ile birlikte seyahat ettiklerini düşündüm. Ancak altıncı seansa geldiğimizde kardeşinin altı yıl önce vefat ettiğini öğrendim. Dolayısı ile aslında konuştuğu kendi içindeki kardeşinin imajı. Kardeşi sanki omzunda oturuyormuş gibi sürekli olarak onunla konuşuyor.

 

Normalde özdeşimle diğerinin imajını içeriye alıp (İntrojection  – İçe alma)  onu kendi imajımızla eritip birleştiriyoruz. Bazı insanlarda diğerinin imajını içeri alıyorsunuz ama yabancı bir obje gibi onu tutuyorsunuz. Bu içeride olan yabancı objeye Introject (İçe Alınan) diyoruz. Burada yabancı obje ile göğsünün içinde canlı bir insan gibi oluyor ve onunla iletişim kurmaya devam ediyorsunuz. Bu durum çok zor olduğundan yukarda söz ettiğim hastanın yaptığı gibi introject’i (içe alınan yabancı objeyi)  dışarı atıp omuz üstüne koyanlar vardır. Çok defa bitmeyen yası olan kişi dışarda gerçek bir obje bulur ve bu obje içinde yabancı objeyi ve kendinin yas tutan imajını birleştirir. Bir örnek vereyim: Babasına karşı aşırı ambivalansı olan genç bir adamın babası bir kalp krizi nedeniyle ansızın ölüyor. Genç adam hemen babasının odasına gidip babasının çalışmayan saatini alıyor. Bu saati sanki sihirli bir nesne gibi kavrıyor. Bu genç adamın psikoterapisti şunu öğreniyor:  Genç adam hem babanın hem de kendinin imajlarını bu saatin içine saklamış. Yani baba ile olan ilişkisinin sembolü bu sihirlenmiş saat içinde. Böyle bir objeye Bağlantı Objesi (Linking Object) ismini verdim. Bağlantı objesini bir yerde saklayarak ve kontrol ederek genç adam yas tutma sürecini dışlatır, içinde sezmez.

 

Yine trafik kazası geçiren bir kadın arabada çocuğunun öldüğünü anlıyor. Arabadan çıktıktan sonra tam çocuğunun yanına giderken yerde bir taş görüyor. Bu taş, artık çocuğu ile arasında bir bağ haline geliyor. Bir Bağlantı Objesi olmuştu.

 

Bazen vefatların ardından bize resim, mektup gibi eşyalar kalıyor. Onlar hatıralardır. Bize kişiyi hatırlatan değerli ve eşsiz eşyalardır. Ama Bağlantı Objeleri sihirlidir. Onu bir yere koyuyorlar. Böylelikle kişinin yası bir yerde hapiste oluyor. Yukarda dediğimiz gibi kaybolanın imajı ile yas tutanın imajı onun içine giriyor ve yas tutma dışlanıyor. Bağlantı objesini kilitlediği zaman da rahatlıyor.

 

Bazı bitmeyen yası olan kişilerin Bağlantı Objeleri ile birlikte seyahat ettikleri de görülmektedir.

 

Yas tutma kişinin yapısına bağlı olarak zor bir durumdur. Ancak ya bu süreçten kazançlı çıkıyorsunuz ya da sizi ya depresyona sokuyor ya da sizi bitmeyen bir yasa sokuyor. Bunu belirleyen etkenler nelerdir? Nasıl olur da birisi daha kolay atlatırken diğer bir kişi zorlanıyor?

 

Her birey büyürken gelişim dönemlerinden geçer. Bunlar merdiven gibidir ve yürüdükçe yukarı çıkıyorsunuz. Çocuğunun aklının annesi veya annelik yapan kişi ile olan ilişkisiyle geliştiğini öğrendiğimiz için son zamanlarda Freud’un tanımlamış olduğu gelişim dönemlerine ek olarak yeni gelişim basamakları da tariflenmiştir.

 

Hiçbir çocuğun aklı annesi (veya annelik yapan birisi) olmadan gelişememektedir. Çocuk ilk olarak kendisinin ve annesinin nerede başlayıp bittiğini bilememektedir. Buna simbiyotik bir ilişki deriz. Daha sonra kendi imajını annenin imajından ayırabilmeyi seziyor. 4 – 5 yaşına gelince Üçlü İlişkiler gelişiyor. Annelik yapmayan kişilerin de olduğunu öğreniyor. Yani çocuk her seferinde bir üst basamağa çıkıyor. Ama bunun için alttaki basamağa “Allaha ısmarladık” dememiz gerekiyor. Böylelikle gelişmemizin içinde bile kayıp etme ve kazanma olduğunu görüyoruz. Yani emekleyen bebek yürümeye geçtiğinde emekleyen bebek imajına “güle güle” demek zorundadır. Yine anne sütünden kesilen çocuk anne sütüne “güle güle” demek zorundadır. Gelişmemiz bu şekilde kayıplar ve kazançlarla devam etmektedir.

 

Çocuklarda yasa baktığımızda erişkinler gibi yas tutamadıklarını görürüz. Tabii bu durum çocuğun yaşı ile uyumludur. Çocuğun ilk işi anne veya annelik yapan kişi birleşmedir. İlk zamanlar Otistik bir evreden çocukların geçtiğine inanırdık ancak son zamanlarda yapılan çalışmalarda çocukların aklının sandığımızdan çok daha ileri olduğunu gösteriyor.  Çocuk doğduğu zaman Bizlik (Weness) kavramı ile doğar.

 

Küçük çocukların içinde başkalarının  gelişmiş imajları olmadığından erişkin gibi bir yas tutamaz . Dolayısı ile çocuk ölümü tam olarak anlamaz.  6 yaşından küçük çocuklar kendilerine yakın birisini kaybettiklerinde açlık gibi bir şey hisseder. Başkalarının imajlarını iyice geliştirdikten sonra çocuklar ölümün ne olduğunu anlarlar.

 

Ergenlik dönemi erişkin yas tutma sürecinin başladığı bir dönemdir. Ergenlik ile birlikte anne babaların çocuklukta geliştirdiğiniz imajlarını değiştirip eski imajlara  “Güle güle” dersiniz ve yerine arkadaşlarınız, idolleriniz, takımımız gibi dünyevi şeylere yatırım yapmaya başlarsınız. Bunu hep yas tutarak yani kayıp ve kazançlara dayanarak yapıyoruz. Bu nedenle erişkinlerde yas tutma sorunları varsa ergenlik dönemine bakmakta fayda bulunmaktadır.

 

Bir başka gözlemim çocukken babalarını kaybeden erişkinlerle çalışırken oldu ve bu defa Bağlantı Nesnelerinin bu erişkenlere nasıl yardım ettiğini öğrendim. Amerika’da İkinci Dünya Savaşında babalarını kaybedenlerin sayısı 10.000 civarı olduğu belirtilmektedir. Yaklaşık 30 yıl önce bu insanların 300 kadarı birleşerek AWON (American World War II Orphans Network) ‘u kurdular. Bu 300 kişinin Bir kısmı babalarının ölümünden sonra doğdu, bazıları babası öldüğünde 4-5 yaşında bazıları ise ergenlik dönemindeydi.

 

Onlarla ilk tanışmam yas üzerine konuşma yapmamı istemeleri ile gelişmişti. O günden beri her iki yılda bir yapılan toplantıya katılan yaklaşık 70 kişi ile görüşmeye başladım. Bunların büyük kısmı yaslarını Bağlantı Nesnelerini bularak atlattılar. Bağlantı Nesnelerine dokunabildiğinden bir şeyleri hatırlamalarına yardımcı oldular ve yas tutma süreçlerini daha kolay atlattılar. Bu nedenle bir kısmı babalarının gittikleri yerleri ziyaret etmek için Filipinlere, Japonya’ya, İtalya’ya, Almanya’ya vs. gittiler ve babalarının öldükleri yere giderek oradan bir şeyler bularak yaslarını tutabildiler. Yani bağlantı nesneleri buldular. Ardından da yeniden bir araya gelerek konuştular, bağlantı nesnelerini gösterdiler ve giderek erişkin gibi yas tutarak yaslarını tamamladılar.

 

2021 yılında basılan kitabımda (Sexual Addiction and Hunger for Maternal Care: Psychoanalytic Concepts and the Art of Supervision) muazzam işi olan ve çok dil bilen bir kadından bahsettim. O kadın her gece bir bara gidip birisi ile tanışıyor, onunla birlikte oluyor ve ertesi gün onu bırakıyordu. Bu sürekli olarak bu şekilde devam etti. Artık adlarını bile bilmiyordu. Sonunda cinsel bir hastalığa yakalanınca korktu ve psikanalize gelmek istedi. Ben de terapistinin süpervizörü olmuş oldum. Aslında burada kadında bir açlık olduğunu görüyoruz. Kadın vajenini ağız gibi kullanıyor ve kaybettiğini yeniden yiyip doymaya çalışıyordu. Yani kayıp çeşitli semptomlarla ortaya çıkabiliyor. Sevgiyi arayan, açlığını doldurmaya çalışan davranışlar görüyorsanız bunların kayıpla ilgisi olduğunu düşünmeniz gerekmektedir.