Çocuk ve Ergen Psikiyatristi
Dr. Arzu Önal Sönmez
Gençler internetin olmadığı bir hayatı düşünemiyor, aileler ise bu durumdan endişe duyuyor. İnternetsiz günlerin hayal bile edilemeyeceği modern hayatta çözüm, yasaklamaktan değil doğru kullanım yollarını bilmekten ve öğretmekten geçiyor.
“Doruk, internet ile tanıştığında henüz 8 yaşındaydı ve ailesinin ona aldığı bilgisayar, yeni bir dünyanın kapılarını açmıştı. İstanbul’da yaşadığı evden çıkıp bir oyun kahramanı olmak, güzel ve kendisine aşık olduğunu hayal ettiği kızlarla yazışmak, okuldaki arkadaşlarının neler yaptığını takip etmek o kadar kolaydı ki bu sihirli dünya, hayatının merkezine oturuverdi. Annesinin ilerleyen aylarda yapmaya başladığı “Biz o bilgisayarı senin derslerine katkısı olsun diye aldık” uyarıları bir süre canını sıktı. Oysa gündüzleri küçük kardeşi de annesinin ayağı altında dolaşmak yerine bilgisayarda oyun oynuyordu. Daha ne istiyorlardı ki? Zaten ‘devir, bilgisayar devri’ deyip onlar da kısa sürede pes ettiler. Böylece Doruk’un bilgisayar başındaki özgür günleri başladı.
Yıllar geçtikçe oyunların süresi uzadı, Facebook’taki arkadaş listesinde yüz yüze tanımadığı insanların sayısı kabardıkça kabardı. Böylece Doruk, sınıfındaki birçok kişiden daha fazla arkadaşı olduğu için kendini iyi hissetti. Okulda görüp de konuşmaya cesaret edemediği bazı kızları internet aracılığıyla takip etti (ergenlerin deyimi ile “stalk-ladı”). Hafta sonları neler yaptıklarını, sevgilileri olup olmadığını, nelerden hoşlandıklarını öğrendi. Bu kızlardan birine ekran başında aşık oldu. Sanki onu yıllardır tanıyormuş gibi duygularını içinde büyüttü, hayaller kurdu. Ancak yüz yüze konuşmaya asla cesaret edemedi.
Rehberlik öğretmeni ailesini okula davet ettiğinde başına gelecekleri az çok tahmin etti. Öğretmen ders notlarının ne kadar düştüğünü anlatacak, annesi oğlunun artık yüzlerine bile bakmadığını, hep odasına kapandığını, yemeklerini bile orada yediğini, arkadaşları ile görüşmediğini anlatacaktı ve ne yapmalıyız diye soracaktı. Doruk bilmiyor ama annesi “Oğlumun uygunsuz şeyler izlediğini ve tanımadığı insanlarla bu konularda yazıştığını fark ettik” diyecekti.
Doruk şu an 16 yaşında ve bir çocuk ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanının karşısında oturuyor. Buraya ailesi tarafından, kendi isteği dışında getirildi ve karşısındaki doktorla ne konuşacağını bilemiyor. Bilgisayarı hayatından çıkarması gerektiğini söyleyecek diye korkuyor çünkü bilgisayarsız bir hayatı, ailesiyle salonda oturduğunu, arkadaşları ile kafeteryalarda vakit geçirdiğini hayal edince dahi içi sıkılıyor. Tek düşündüğü şu: “Neden beni yalnız bırakmıyorlar ki? Kime ne zararım var?”
Doruk’un hikayesi tanıdık geliyor çünkü çoğumuz benzer bir olayın ya kahramanıyız ya da mağduru…
İnternet platformlarından en eskilerinden birinin kurucusu olan Mark Zuckerberg, Facebook’u 2004 yılında sadece Harvard Üniversitesi öğrencilerinin kullanımına açtığında İstanbul’daki Doruk’un bu yeni gelişmeden böylesine etkileneceğini bilmiyordu. Çoğunlukla bir eğlence aracı, eski dostları bulma yolu, siyasi fikirler ya da futbol tartışmak için bir platform, kendini tanıtmak için harika bir fırsat olarak düşünülen Facebook’a bugün daha birçok platform eklenerek genç ya da yetişkin birçok insanı esir almış durumda… İnternet ve içerdikleri bir bağımlılık mı? Bunları doğru kullanmanın yolları var mı?
Gençler sosyal medyayı neden kullanıyor?
Burada merak unsuru rol oynuyor. Başkalarının ne yaptığını, nereye gittiğini, ne kadar eğlendiğini takip ediyorlar. Burada kıskançlık da devreye giriyor. Bunlara bakan bir kişi, “Ben burada oturuyorum, o nerelere gitmiş, ne kadar eğlenmiş, ne çok arkadaşı var?” diye düşünüyor. Kendi yaşıtı bir başka kişiyi gereğinden fazla idealize edebiliyor.
Narsisistik kişilik örgütlenmesi bulunan gençler, olanların kendi hayatıyla ilgili daha çok paylaşımda bulunduğu da düşünülüyor.
Facebook, uzun süreli sağlıklı ilişki kuramayan kişiler için de güzel bir ortam yaratıyor. Çünkü onun yaptığı paylaşımlara biri yanıt vermezse bir başkası mutlaka veriyor ve genç sürekli ilgi odağı olduğunu düşünüyor.
Kızlarla erkekler arasında da fark bulunuyor.
Kızlar daha çok iletişim aracı olarak kullanıp fotoğraf yüklerken, erkekler kendileri ilgili bilgileri, oyun deneyimlerini ve siyasi görüşlerini paylaşıyor.
York Üniversitesi’nde yapılan bir çalışma, en çok fotoğrafların, ikinci sırada videoların, ardından fotoğraflı yazıların, son olarak da düz yazıların tıklandığını gösteriyor.
Ehliyet yaşı ile eş tutulsa çocukların internet kullanımını daha doğru öğrenmeleri mümkün olurdu çünkü ergenlik, narsistik ve egosantrik bir dönem ve bu yaştaki çocuklar anne babalarını beğenmiyorlar, her şeyin en doğrusunu bildiklerini ve kontrolleri altında olduğunu düşünüyorlar. Ama çocuklarda internet kullanımını kontrol etmek çok zor oluyor. Çocuk, evde olmasa da bir internet kafede girebiliyor. Bu nedenle onlara tanımadıkları kişileri arkadaş olarak kabul etmemeleri ve bunların ne gibi zararları olduğunu anlatmak gerekiyor.
Bazı aileler sadece çocuklarını takip edebilmek için sosyal medya ve diğer platformlara üye oluyor. Bu, bazı şeylerin farkında olmalarını sağlıyor. Tabii çocuk anne-babasının erişimini engellemezse…
Bazı aileler ise çocuğun tüm yazışmalarını kaydeden programlar yüklüyor. Ancak çocuğun özel hayatına çok fazla müdahale etmemek gerekiyor. Aksi takdirde çocuk takip edildiğini öğreniyor ve ailesi ile arasındaki güven ilişkisi sarsılıyor. Böyle bir programı kullanacak ailenin pornografi, madde kullanımı gibi kendileri için önemli olan konuları belirleyip, diğer konuları sindirebileceğinden emin olması gerekiyor.
Tüm bunların yerine çocuk ile iletişimin en iyi noktada tutulmasını, çocuğun başı sıkıştığında ailesine kendini ifade etmesini sağlamak gerekiyor. Tek başına internet gibi soyut bir kavramı suçlamak doğru bir yaklaşım olmuyor.
Aileler diyor ki “Bütün gün internetin başında!” Ne yapıyor diye sorduğumuzda, “Ne bileyim, öldürmeli oyun oynuyor, instagrama giriyor” cevabını veriyorlar. Peki gerçekte ne yapıyor orda? Chat? video paylaşımı? oyun? kumar? Bunları bilmek, çocuğun neden bilgisayar başında bu kadar çok zaman geçirdiği konusunda ipucu veriyor. Böyle durumlarda internete savaş açmak gibi bir seçenek bulunmuyor çünkü hayatımızın bir parçası olmaya devam etmek zorunda…
Çözüm yasaklamakta değil, uygun şekilde denetlemekten ve paylaşımlar yaratmaktan geçiyor. Örneğin çocuğunuzun oynadığı oyunun karakterleri ile ilgili fikir sahibi olup ona bu konuda sorular sorabilirsiniz.
Öncelikle farkındalık oluşturuyoruz çünkü çocuk günde iki saat internete bağlandığını söylerken, annesi sekiz saat olduğunu iddia ediyor. Aslında ikisi de abartabiliyor.
Çocuklara önce not almalarını öneriyorum. Bu devirde gençler kağıt ve kalem kullanmayı sevmedikleri için bilgisayara ya da telefonlarına not almalarını ve bu notları aileleri ile paylaşmaları gerekmediğini söylüyorum. Her gün hangi sitelere girdiğini, nerede, ne kadar vakit geçirdiğini kaydediyorlar. Bu sonuçları, aile ilişkileri ile birleştirip nedenlerini bulmaya çalışıyoruz. Hem internete giren hem derslerinde başarılı olan hem de spora vakit ayıran çocuklar da iyi birer örnek oluşturuyor.
İnternet Bağımlılığının tanı ölçütleri alkol ve madde bağımlılığınınkilere benzerlik gösteriyor ve şöyle sıralanıyor:
- İnternet başında uzun zaman geçirmek,
- Bağlı kalma süresinde artışa ihtiyaç duymak,
- Kullanımı azaltmakla ilgili başarısız girişimlerde bulunmak,
- Azalttığı durumlarda yoksunluk belirtileri göstermek (kaygı, terleme, endişe duygusu),
- Okulda ve iş yerinde bu duruma bağlı sorunlar yaşamak,
- Daha az kullandığını söyleyerek yalan söylemek,
- Depresyon, umutsuzluk, suçluluk, kaygı gibi duygu durumları yaşamak.
Instagram / Snapchat /… tutkusunun 7 göstergesi ise;
- Günlük aktivitelerini bozacak düzeyde zaman geçirmek,
- Takıntı düzeyinde profil düzenlemek,
- Durum güncelleme konusunda sürekli endişe yaşamak,
- Tuvalete telefonla gitmek ve sabahları tuvalete bile girmeden kontrol etmek,
- Tüm işleri son ana kadar ertelemek,
- Beslediği evcil hayvanlar için sosyal medya hesabı açmak,
- Arkadaş sayısı ile ilgili kaygı duymak.