Mutlu Bayramlar

Yoga ve Mandala Eğitmeni

Ferdiye Yurdakul

Eskiden Kalma

 

Eski bir alışkanlık olarak mektup, her zaman aklımda. Hep bir heyecan duyuyorum; yazmak, pul yapıştırmak ve göndermek istiyorum dünyanın en kalabalık ya da en ücra köşelerindeki birilerine.

 

En sevdiğim, en çok özlemini duyduğum, iletişimi ruhumda hissettiğim en güçlü, en duygulu iletişim aracı benim için. Eski ihtişamı kalmayan bu iletişim aracı, şimdilerde rafa kaldırılmış bir eşya gibi. İçi boş, unutulmuş, hatta tozlanmış bir cam kavanoz gibi. Oradan bir alınsa, tekrardan insanlığa hizmet edebilse, dünyalar onun olacak.

 

Eskiden olsa mektuplar akşamdan yazılır, sabah sabah heyecanla postaneler ziyaret edilir, oradaki görevliyle iki çift laf edilirdi, hal hatır sorulurdu.

 

Sonrasında akşamdan gönül yolculuğuna çıkmaya hazır, o tertemiz mektubun gidişi için işlemler yapılırdı. Postacılar ve postaneler, önemli ve sevilen kişiler ve yerlerdi.

 

Şimdilerde, mektubun yerini daha çok başka iletişim araçlarının alması; onları ya da bizim onlara karşı olan duygularımızı oldukça değiştirmiştir. Daha içten, daha samimi olarak hafızalarımıza kaydettiğimiz o güzelim ortamı bulabilmek zor hale gelmiştir.

 

Ya Şimdi!

 

Şimdi öyle mi? Birbirimize mektup yerine elektronik posta gönderiyoruz. Teknolojik gelişmelerle birlikte biz de günümüzün şartlarına ayak uydurmaya çalışıyoruz.

 

Sayfalarca yazıp postanelere gideceğimize, yazım kurallarına ve noktalama işaretlerine uymadan hızlıca o anki durumu anlatan bir şeyler yazıp; hatta bazen de sözcükteki ünlü harfleri bile rahatsız edip yazımıza almadan bir tuşa basıp gönderme işlemini tamamlıyoruz. Hem de ne mürekkep derdi var ne de kağıdın renginin ne olacağı düşüncesi…

 

Karşıdaki de anlıyor hani bizi. Tabii anlayacak. Mecburen, koşullanmış olarak.

 

Amaç, zamana uydurmaksa kendimizi; işte en güzel örneklerden biri de bu.  Değişime bu kadar hazır olduğumuza damgasını vuran en doğru örneklerden bir tanesi.

 

Yaşamın Kendisi Beklemek

 

“Sevgiyle,

Mektubunu aldım; döndüğümden bu yana onu bekliyordum.

Ama beklemek, öyle hoş ki! Yaşamın kendisi beklemek!

Tohumlar, filizlenmeyi; nehirler, okyanusa kavuşmayı bekler.

İnsan, neyi bekler?

O da ağaca dönüşecek bir tohumdur, okyanusa yönelen bir nehirdir.

Kim ki içinde derinlere baksa, varlığındaki sonsuz ve sınırsıza olan hasreti bulur.

Ve bunu fark eden herkes, yolculuğuna başlamış olur.”

 

Osho’ nun “Yaşamak İnanmaktır” adlı eserinden aldığım bu dizeler, beklemenin yaşamımızda ne kadar çok değerli olduğunu ve bize farkındalıklı bir düzen sunduğunu ortaya koyuyor sanırım.

 

Mektubun gidişini, karşıdaki mektup sahibinin cevabının kapalı zarf içinde, kişiye özel geri dönmesini beklemek, gönülden isteyip de beklemek sabır işi.

 

Sabır da öyle kolay değil hani. Bildiğimiz, belki benimsediğimiz, çevremizdekilere tavsiye ettiğimiz; fakat bir türlü hayata geçiremediğimiz bir erdemdir sabırlı olmak.

 

Canlanan Anılar

 

Mektubu okurken yazılar arasında canlanan anılar, sözcüklerin çağrışımlarından ya da ortaya çıkan gülücüklerden, sevginin, duyguların ağırlığından kaynaklanan gözyaşları belirir kağıdın üzerinde.

 

Sırf bu yüzden, sabırla yolu beklenen postacıların saygınlığı, onlara duyulan vefa borcu ölçülebilir değildi. Şimdilerde her şey daha abartılı, daha çok. Sevgi sözcükleri bile çoğalır oldu. Çokça ve hızlıca sarf edildiği için bu sihirli sözcükler, yavaş yavaş anlamlarını yitirmeye başladı.

 

Oysaki, mektup yazılırken kullanılan sözcükler, o yazının içinde, yazıyı yazan kişinin ruhuyla, görünmez kokusuyla birleşip hayat bulurdu. Bunları hissetmenin nasıl bir şey olduğunu unutuyoruz. Bu eskiden kalma alışkanlığı, bu nostaljiyi yaşamak istemek bile bence onun varlığını kabul etmek, onun işe yaradığını sessizce de olsa söyleyebilmek güzelliğine erişmek demektir. Fakat, bir adım atsak ve bugünlerde ‘birine’ mektup yazsak. O kalemin kokusunu içimize çeksek, olmaz mı?

 

(Ben’i Hatırla adlı kitabımdan)

 

Etimek Tatlılı Bayramlar

 

Her şey, etimek tatlısıyla başladı. Böyle bir yazıyı yazmama neden olan tatlı. Mektuplar gibi bayramlar da eskilerde kaldı. Artık, bayramlarda fırsat bilip de iş yoğunluğunu düşüncemizden atmak amacıyla yurt dışına gezmeye ya da yurt içinde bizi dinlendirecek küçük bir tatile hayır diyemiyoruz. Önceden olsa; bayramlarda kağıtlarımızı, kalemlerimizi hazırlayıp, mektuplarımızı yazıp, onları çok önceden postalardık. Bayram günü geldiğinde sevdiklerimizi mutlu etmek için mektuplarımızda sevgi sözcüklerimizi onlardan esirgemezdik.

 

Bayram kavramı, ulusal ya da dinsel yönden önemi olan, kutsal sayılan ve ulusça kutlanan gün anlamına gelir. Her kültürde farklı farklı adlarda ve içeriklerde bayramlar vardır ve her bayramın da kendine has hazırlıkları, kuralları bulunur. Sizin bayramınız hangisi? Hangi bayram, size daha yakın?

 

Bayramlar, çocukların neşesi, annelerin ve babaların çocuklarıyla, torunlarıyla buluşma anları, küslerin barışma umudu, çalışanların azıcık da olsa nefes alışları, herkesin dinlenme, eğlenme zamanlarıdır.

 

Bayram günleri, küs olanların barışmak için fırsat ortamları yaratma olanağını buldukları dönemdir. Hatta, ilk gün cesaret edilemese bile, son gün küs olduğumuz kişinin evine gidip ona barış elimizi uzatabiliriz.

 

Çocuklar, o güzel, saf yürekleriyle daha da melek olurlar bu günlerde. Büyüklerin ellerini öpmeleri, sevgilerini gülüşleriyle sunmaları, sadece bir şekerle mutlu olmaları, üzerlerindeki yepyeni kıyafetleri günün sonunda oyun oynayarak kirletmeleri beklenilenler arasındadır. Gençlerin ailelerine bayram koşuşturmasında yardım etmeleri de göz ardı edilemez.

 

Gün geçtikçe büyüyen çocuğun artık bir genç olduğunu gören aile, bir o kadar daha gurur duyar kendisiyle. Gençler, artık onların yanında; yardımlaşma ve paylaşma içerisinde.

 

Eskiden Bayramlarımız

 

Bayramlar, benim için yeni elbise, ayakkabı, çanta demek oluyordu. Bayramın benim ruhumda ifadesi, yenilikti. Çünkü, bizim dönemimizde, yeni bir şeyler alıp giymek, her istendiğinde yapılacak iş değildi. Bunun için mutlaka ya bir okul gezisi, partisi, etkinliği ya da bayramın geliyor olmasıydı.

 

Seneler geçti; fakat aklımdan hiç çıkaramadığım beşinci sınıftayken aldığım bayramlıklarımdı. Paçaları hafif kısa fosfor yeşili pantolon, üzerinden mavi, dağınık saçlı, siyah gözlü kız baskılı beyaz tişörtüm, pantolonumla aynı renkte saç bandım ve çantam.

 

Ayakkabılarımı hatırlamıyorum. Ablamın da mavi kot etek, üzerinden yine baskılı, koyu yeşil tişörtlü kombinini unutmuyorum.

 

Onun saçları uzundu; benim saçlarımsa şimdilerdeki gibi orta kısa. Her bayram öncesi, aldığımız kıyafetleri duru sudan geçirip asar sonra da ütüleyip sabah giyinmek üzere salondaki kocaman masamızın kocaman sandalyelerinin her birine düzgünce yerleştirirdik.

 

Etimek Tatlısının Dayanılmaz Kokusu

 

Tüm akşam, annemizin bayram için yapıyor olduğu tatlıları seyrederdik; fakat bir parça bile yiyemezdik. Annem, Revani, Hindistan tatlısı, Şamali, Ramazan keyiği vb. tatlılardan bir tanesini en büyük tepsiyi kaplayacak şekilde yapardı. Bir de benim en sevdiğim, Etimek tatlısından. Bayram sabahı ben, her zaman kardeşlerimden daha erken kalkardım. Neden mi?

 

Nedeni, kahvaltı yapmadan önce annemin bakışlarıma dayanamayıp bana bir koca dilim Etimek tatlısından kesmesiydi.

 

Annemin, bu tatlıyı yakın akrabaların tatlı tabağına eklediğini görürdüm. Her seferinde de bitecek de akşama bir parça daha yiyemeyeceğim diye ah vah ederdim kendi içimde. Tabii, bayram sabahı annem, kimse gelmeden bir tepsi zeytinli – hellimli, bir tepsi de fırında patates yemeğini pişirmeye hazır ederdi.

 

Sabah bayramlaşmalarından, evimizin dolup taşmasından sonra, sonunda iki tepsi de fırın yüzü görürdü. Hatta, uzaktan gelen babamın ailesindeki fertler, bu güzelim yemeklerle de haşır neşir olurlardı. Onlar için yapılan hellimli – portakallı böreklerden daha hiç bahsetmedim bile.

 

Seneler Sonra Değişen Bayram Kavramı

 

Seneler sonra, eski bayramlardan nerdeyse hiçbir iz kalmadı. Bir tek anımsadığım, yirmi bir senelik arkadaşım, dostum, büyüğüm Şengül ablamın bayram sabahı benim için hazırladığı ve elini öptükten sonra bana uzattığı içerisinde küçük bir çikolata ya da lokum, temsili kağıt para bulunan bembeyaz bir mendil. Eski bayramlarımızın tadı olmasa da bilmeliyiz ki eski güzelliklerimizin yerine farklı güzelliklerde başka değerler gelebiliyor. Yeter ki bizler, küçük mutlulukları tatmasını bilelim. Mutlu bayramlar…

(67 Buçuk adlı kitabımdan)