Psikolojik Danışman
Verda Gülçür
“Saat kaç?”, “Kaç yaşındasın?”, “Ne zaman vefat etmişti?”, “Zamanı gelince yaparsın”
Sahi nedir zaman? Sadece bizim koyduğumuz bir süreç belirleyicisi değil midir?
İnsanoğlu doğduğu andan itibaren atalarının belirlediği zaman kavramıyla yaşamaktadır.
Peki hayatımızda zaman kavramının ne kadar olumlu ve olumsuz yönlerini yaşıyoruz?
Elbette ki fiziksel sağlığımızı, (uyku saati, yemek yeme zamanı, çalışma zamanı) açısından ve sosyal hayatımızı düzenleyici bir kavramdır. Ancak hayatımızın temeline baktığımızda zaman diye bir kavram olmadığını görürüz.
Bizim kavramlarımıza göre “planck” yanı ışık hızı en kısa zaman birimidir. Peki bu en kısa zamam biriminde ne yaşayacağımızı biliyor muyuz?
Gazete, internet sayfalarında gezinirken okuduğumuz doğum, ölüm haberleri, insanın hayatını değiştirecek kazalar, doğal afetler, savaşlar ve daha birçok benzer olay hızla gözümüzün önünden geçerken hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşıyoruz.
Sanki zaman kavramı bizim için hiç bitmeyecek gibi incir çekirdeğini doldurmayacak şeylere kızarak, gereğinden fazla işimizle ilgilenerek, sevdiklerimizle yeteri kadar ilgilenmeyerek, en kısa zaman birimi kadar olan sürede hayatta olup olmayacağımızı bilmeden daha iyi şartlarda yaşam sürdürebilmek için çok fazla vakit harcayarak, bilinmezlik içinde bir koşuşturmanın içinde yaşıyoruz.
Oysaki hayatımızdaki zaman kavramının anlamı onu mutlulukla geçirmek olmalıdır.
Mutsuz olduğumuz her an ömrümüzde bir vakit kaybıdır.
Neden doğarız sadece mutlu bir yaşam sürmek için?
Ne zaman öleceğiz? Belirsiz.
Bu iki kavram içerisinde tek yapmamız gereken bize bahşedilen bu belirsiz sürede kendimizi mutlu etmektir.
Ne acıdır ki günümüze baktığımız zaman bunu yapamadığımız çok açık.
Hepimiz günlük koşuşturmaların içerisinde kayboluyoruz.
Çalışma ortamında çok fazla vakit geçirmek, bizden bir sonraki nesile, çocuklarımıza daha iyi bir gelecek sağlamaya uğraşma, daha konforlu bir yaşam tarzı için gereğinden fazla çaba sarfederken, günlük gerginlikler içerisinde savaşırken kendimize ne kadar zaman ayırıyoruz?
Kendi kendimize bunu sorduğumuzda ise “ben yapmazsam kim yapacak” cevabını alıyoruz.
Cevap aslında çok basit bize bir şey olduğu anda biz olmadan halledilemez gibi görünen işler nasıl yolunda gidecekse aynı şekilde biz kendimize zaman ayırdığımızda da yolunda gidecek.
Elbette ki hiçbir şey yapmadan çalışmadan, sıfır gerginlikle, çaba harcamadan bir hayat sürdürmemiz olanaksız ancak bu bağlamda dengeyi sağlamak en önemli etkendir.
Hayatımızı kaliteli bir şekilde sürdürebilmek adına gerekli sorumluluklarımızı yerine getirmeli ancak bununla beraber sonsuza kadar hayatta kalmayacağımızı unutmamalıyız. Yaşadığımız andan zevk almayı bilmeli, hayatta yaşamak istediğimiz her şeyi (başkalarına zarar vermeyecek şekilde) yaşamalıyız.
Unutmayalım ki herkesin hayatı yalnızca kendisine bahşedilmiş bir armağandır ve ne kadar süreceği belli olmayan bu yaşamımızı başkalarına yardım ederek ama adayarak değil ve kişilerin bizi (şu zamanda bunu yapmalısın, bunu yapacaksın da ne olacak gibi) yönlendirmeleriyle değil kendi isteklerimiz, bizim mutluluğumuz doğrultusunda yaşamalıyız.
John Lennon’ın meşhur sözündeki gibiİ;
“Hayat sen başka planlar yaparken başına gelenlerdir”
Yaşamımızın içerisinde o kadar fazla ileriye dönük planlar yapıyoruz ki “anı” yaşamayı unutuyoruz.
Kariyerimizde hangi noktaya geleceğiz?,
Çocuğumuzu hangi okulda okutacağız, emekliliğimizde nelerle meşgul olacağız. Ancak maalesef ki hayat bizim hesaplarımızla doğru orantıda gitmemektedir.
Yaşamımızın kontrolünün bir kısmı bizim elimizde olsa da elimizde olmayan birçok faktör ile içi içe yaşamaktayız.
Günübirlik yaşamamalı ama yaşanması gereken anlarımızı da sürekli ertelememeliyiz.
Zamana karşı katı kurallar koymak, her adımımıza hiçbir esneklik payı vermemek ilerde pişman olacağımız olaylar yaşamamıza sebep olabilmektedir.
Çocuğumuz “5 dk daha oynayalım dediğinde” çocuğumuz üzerindeki rolümüzü bozmadan o 5 dakikayı çocuğumuza verebilmeliyiz.
Arkadaşlarımızla, sevdiklerimizle buluşmak istediğimizde tüm ev işlerimizin bitmiş olmasının gereği yoktur.
En sevdiğimiz eşyamızı açıp kullanmak istediğimizde, onu kullanmamız için ille de özel bir günü beklememiz gerekmemektedir.
Sürekli bu şekilde ertelemelerle ve beklentilerle hayat geçerken, istediklerimizi yapabilme fırsatı bulamayabiliriz.
Elimizdeki imkanlar kısıtlı olsa da yapmak istediğimiz aktiviteleri farklı biçimlerde yapabiliriz.
Emekli olup bahçeli bir eve taşınmayı beklerken bu arada oturduğumuz evin içerisine sevdiğimiz ev içerisinde yetişebilen bitkileri ekebiliriz, bize çok pahalıya mal olacak bir tatile gitmek yerine daha uygun bir tatile gidebilir veya gitmek istediğimiz yerde kalma süresini bütçemize göre kısaltabiliriz.
Hayatımızda beklemek yerine farklı seçenekler katmak hayatımızdaki mutluluğumuzu arttıracak, nefes aldığımızı hissetmemizi sağlayacaktır.