Max Frisch

Doç. Dr. Erdem Yılmaz

Max Frisch 1911 yılında Zürih’ de doğmuş İsviçreli bir yazar. Babası alaylı bir mimar olan yazar ilk olarak Alman Edebiyatı eğitimi almış. Ancak babasının ölümü sonrasında ekonomik sıkıntılar nedeniyle eğitimini bırakır.

 

Gazetecilik ve muhabirlik yapar. 25 ile 29 yaşları arasında mimarlık eğitimi alır ve mimar olur.

 

  1. Dünya Savaşı’ nda İsviçre Ordusu’ nda askeri hizmette bulunur. Sonrasında mimarlık ve yazarlığı birlikte yürütür. 44 yaşından sonra kendini sadece yazarlığa adar.

 

Max Frisch daha çok tiyatro oyunları ve günlükleriyle tanınır. Eserlerinde kimlik sorunsalı, yabancılaşma ve modern toplumun ahlaki açmazları temalarını oluşturur. Birçok ülkede bulunan ve yaşayan yazar 1991 yılında 80 yaşında aramızdan ayrılır.

 

Montauk — Bir Anlatı (1975)

Çeviren: İlknur Özdemir

Bu kitap benim şu ana kadar ilk kez okuduğum bir tür. Bir yazarın kendi hayatının bazı ayrıntılarını vererek kurmacaya sığınmadan yazdığı özyaşamsal bir anlatı.

 

‘Montauk’ New York, Long Island’ da bir köyün adı. Yazar 63 yaşındayken New York’ a kitap tanıtımı için gider. Burada kendisinin yarısı yaşında bir yayınevi çalışanı kadınla kısa birlikteliği zemininde kadınlarla ilişkisini, ilk karısını, çocuklarını, sevgililerini ve kısa olarak Ingeborg Bachmann’ a olan tutkulu aşkını anlatıyor.

 

Bu kitap bir tür hesaplaşma, yer yer özeleştiri, bazense mesajı olmayan sadece bir anlatı. İnsanın ister istemez kendi yaşamı ve tecrübelerini zaman zaman yüzeysel, bazen de derin bir şekilde irdelemesine sebep oluyor.

 

Yazar kitabında ‘Hayat sıkıcı, ancak yazarken deneyim kazanıyorum’ diyor. İnsanların hayatı deneyimleme yolları çok farklı olabiliyor. Kimileri durmaksızın değişik şeyleri doymaz bir iştahla tecrübe etme peşindeyken bir yazar böyle bir cümle söyleyebiliyor. Ama ilerleyen sayfalarda kendini korkutan bir şeyi keşfettiğini ifade ediyor, hayatını kendinden gizlediğini. İnsanlara yazdığı hikayelerinde kendini o kadar çok soymuş ki tanınmaz hale gelmiş. Kendi hikayesiyle yaşamadığını, yalnızca edebiyata dönüştürebildiği parçalarıyla yaşadığını, kendini hiç anlatmadığını, kendini yalnızca ele verdiğini ifade ediyor.

 

Açıklamaya uygun düşmeyen duygulardan yazarların çekindiğini, bunları sözcüklere dökemeyeceklerse bu deneyimleri yaşamaktan hoşlanmadıklarını, o zaman ironiye sığındıklarını ifade ediyor. Biz de biraz böyle değil miyiz? İroni hayatın çıplak gerçeklerinden uzaklaşabilmek, bazen de yaşanılanı zenginleştirebilmek için uyguladığımız bir kurgusal süreç değil de ne?

 

‘Kullanılır suçumuz, başkalarının hayatlarındaki pek çok şeyi haklı çıkarır’ diyor Frisch. Hangimiz mutlak olarak masumuz ki? Suç karşısında herhangi bir açıklama da karşıdaki kişinin gözünde o suçu ortadan kaldırır mı? Yapılabilecek en iyi şey belki de insanın suçuyla yüzleşmesi ve onu kabullenmesidir, sonrası da karşı tarafa kalmıştır. Sonuçta kontrol edebileceğimiz ve edemeyeceğimiz şeyler vardır. İnsan sınırları olan bir yaratıktır.

 

‘Edebiyat yaşadığın anı boşaltır, bunun için vardır. Edebiyatın zamanı farklıdır…’ der yazar. Gerçekten de edebiyatın zaman makinası gibi bir etkisi mevcut. Yaşadığı zaman dilimine sığamayan insanların çokça kullandığı bir o yüzyıla, bir diğer yüzyıla yolculuklar yaptıran çok güçlü bir araç. O yüzden de çok kıymetli.

 

Yazar eğlenceyi ‘o anda arada bulunanı görmek’ olarak tanımlıyor. Ne dersiniz, gözlerimizi daha çok açmalıyız herhalde.

 

Hayat çok güzel. Onu okuyarak daha da güzelleştirmek dileğiyle…

 

21-28 Nisan 2024, Girne